Aykut Kocaman: O maçı Fenerbahçe’ye kazandırmazlardı
Şampiyonun Süper Final ile belirlendiği sezonun son derbisini yorumlayan Aykut Kocaman, “Bana göre en tehlikeli senaryo maçın başında öne geçmemizdi. Çünkü o zaman ‘Bu operasyon niye yapıldı?’ diyeceklerdi. Ve o maç öyle bitmeyecekti. Zaten karşılaşma sonrası gelişen olaylar; o gün kazanma ihtimalimizin ne kadar düşük olduğunu ortaya koydu” ifadelerini kullandı.
Fenerbahçe’de 3 Temmuz’un öncesi ve sonrasında görev yaparak en kritik döneme tanık olan Aykut Kocaman çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. Socrates Dergisi’ne geniş bir röportaj veren teknik adam, Sarı-Lacivertli takımda yaşadıklarını anlatırken, Türk futbolu adına da nokta tespitlerde bulundu. İşte Kocaman’ın açıklamalarından satırbaşları…
– Ben Türk ekolsüzlüğüne daha yakın olduğumu hissediyorum. Bizimkisi de ayrı bir ekol işte; kaos. Yapmaya çalıştığım kaosu organize etmek. Futbolda bütün her şeyi koşu mesafesi üzerinden anlatmaya çalışırsak yanlış olur. Ben sadece bir şey inşa edecekseniz başlangıcının bu olması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Yoksa her şey matematiğe kalır. Futbol sadece matematikle açıklayabileceğiniz bir oyun değil.
“Fenerbahçe’deki koşu sonuçları ağzımızı açık bıraktı”
– Bizde futbolcunun babası, altyapıda maçını izledikten sonra oğluna, “Niye orada pas veriyorsun, sen vursana” diyor. Diğer taraftaki baba ise, “Oğlum pas verseydin kazanacaktınız” diyor. Futbolu düzen üzerinden değil de coşku üzerinden oynamaya çalışıyoruz. Şimdi bu şartlar altında nasıl mücadele edeceksin? İşte ben de diyorum ki, “En azından fiziksel açıdan, dayanıklılık yönünden geride kalmayalım. 5 kilometre daha fazla koşalım da şansımız olsun bari.”
– Ben Fenerbahçe’de ilk dönem özellikle buna odaklandım, sağlıklı ölçümler yapmak için özel bir düzenek ve sistem kurdurdum. Sonuçlar bir geldi, ağzımız açık kaldı. Takımın koşu ortalaması 97-98 kilometre çıktı. Rakiplere bakıyoruz, 110 kilometre koşmuş.
“3 Temmuz, bir Aziz Yıldırım operasyonudur”
– 3 Temmuz’daki radar açıklamam çok çarpıtıldı. Aslında ben orada düzeni tarif ettim. “Bu Türk futbolunu temizleme operasyonuysa başka şeyler olmalıydı. Radar tek bir kulübün üstüne tutulmuş” diyorum ben. “Radara yakalandık” demiyorum.
– O günün öğleninde yavaş yavaş hayatın içine girmeye başladım. Kulübe gittim, orada da söyledim. “Bu bir şike operasyonu, Türk futbolunu temizleme operasyonu diye sunuluyor ama Aziz Yıldırım operasyonu aslında” dedim. Ardından gazeteleri okumaya başladık, suçlamaları gördük. Hasan’a (Çetinkaya) dedim ki, “Oğlum hiçbir şey yok burada, bunların hepsi kurgu.” Oturdum, emin olduğum halde maçları seyrettim tekrar. Zaten öyle bir durumda yapamazdım, böyle bir duyguyla yaşayamazdım.
“Alex’le sarılıp, ayrıldık”
– Futbolcuları motive ederken, “Siz yaptığınız işten emin olsanız da insanlara bunu bir kez daha kanıtlamanız lazım” dedim. Burası böyle bir ülke çünkü. Galatasaray’la oynadığımız şampiyonluk maçında herkes aşırı derecede yorgundu. Özellikle zihinsel açıdan. Bana göre en tehlikeli senaryo maçın başında öne geçmemizdi. Çünkü şu soruyla yüzleşecekti herkes: Niye bu operasyon yapıldı o zaman? Ve o maç öyle bitmeyecekti. Bütün bunları bir araya getirince esas bölümün son 20-30 dakika olması gerektiğini düşündüm.
– Alex zaten 20 gündür antrenman yapmıyordu sakatlığı yüzünden. Trabzon’u yenmiştik. Maçtan sonra Samet’le geldi, tebrik edip “Hocam lütfen Galatasaray maçında beni düşünmeyin, başınızı ağrıtmayayım hiç” dedi. Muazzam olgun bir davranıştı bu. Ben de “Cumaya kadar bekleyelim, bakarız” dedim. Sarılıp ayrıldık. Sonra perşembe odama geldi. “Hoca ben iyi, karar senin” dedi ve çıktı gitti. Maç kadrosuna da aldım onu.
“Onu Dia’nın yerine oyuna alacaktım”
– Planım şuydu; Galatasaray zaten agresif gelecek, bizi daha başından dağıtmaya, demoralize etmeye çalışacak. O dönemi çok pas yapıp atlatmamız gerekiyor. Biz de son 30 dakika oyuncu değişiklikleri ile Alex falan sonuca gideriz… Her şey tıkır tıkır işlerken, Elmander de sakatlandı ve Galatasaray’ın hücum gücü ortadan kalktı. Maçı rakip sahaya yıktık. Pozisyon da bulduk. Semih’in pozisyonunu unutamam mesela. Bir metreden kafayı vurdu, Muslera bile gözünü kapatıp atladı ama top omzundan döndü. Alex’i, Dia’nın yerine oyuna alacaktım. Tam hazırlanmıştı ama kırmızı kart olunca “Şimdi başka bir şey yapmamız lazım, bekle” dedim. Onun yerine de koy kendini. Kaptansın böyle bir maça yedekten girmeyi içine sindirmişsin ama kenara geldiğin halde giremiyorsun.
– O da düştü tabii hayır gelmedi sonra. Ne maç kaldı ne de oyun… Ardından gelişen olaylar ise, o maçta kazanma ihtimalimizin ne kadar düşük olduğunu bir kez daha gösterdi. Ortada hiçbir şey yokken polis girdi sahaya ve her tarafa gaz sıktılar. Sonrasını biliyorsunuz…
“En mutlu eden gol Trabzon’a attığım”
– Kariyerimde en mutlu olduğum gol; 1996’da Trabzon’a attığım şampiyonluğu getiren gol. Erol taşımıştı topu ki, Erol’un o topu oraya kadar taşıması başlı başına bir işti. Sonra bir orta kesti, olacak iş değil. Antrenmanlardan biliyorum; bütün sezon isabet ortalaması çok düşüktü çünkü. Ama orada denk geldi işte. Top sisler içinden geldi. O an kalecinin topun geldiği yönün aksine hamle yapacağını düşündüm. Sonra biraz şöyle yarım metre yukarıdan vurayım dedim ki, ayaklarına çarpmasın. Başta istediğim gibi vuramadım sandım ama bir baktım top kalede. Tarifsiz…
– Süper Final’de kazandığımız Galatasaray maçından sonra “Onlar oynadı biz kazandık, futbolun adaleti yok” dedim. Aslında burada öyle dememek lazım. Normalde “Çok başarılı bir maç çıkardık. Zaten böyle olacağını biliyorduk ve başardık. Çok mutluyuz” demem lazımdı. Böyle diyerek kendini koruma altına alıyorsun çünkü. Sen agresif olunca seyirci de diyor ki, “Aferin çocuğa bak o da bizim gibi.”
“Stumpf’dan hayatımın dersini aldım”
– Sigma’ya 7-1 yenildiğimiz maçın ertesinde Galatasaray’ı, Stumpf’u geçerek attığım golle 1-0 yendik. Stumpf’la baş etmek zordu. Sonrasında bir pozisyonda onu geçer geçmez kendimi bıraktım yere. Ahmet Çakar’dı hakem, ikinci sarıdan kırmızı attı. Ben yerdeyim izliyorum. Stumpf öfkelendi, bana döner mi diye bekliyorum. Çünkü benim iki katım, onun ittirip kaktırması ben de hayli tahribat yaratabilirdi yani! Baktım geliyor, ürktüm. Ama gelip yerden kaldırdı beni. “Yedirdin tebrik ederim” dedi. O an yerin dibine soktu beni. Adam inanılmaz bir hayat dersi verdi bana. Başardım zannederken, bir hareketle bana yenildiğimi gösterdi çünkü. (socrates)