Türkiye’nin en köklü erkek giyim markalarından biri olan Kiğılı’nın sahibi Abdullah Kiğılı’nın, 50 yıllık ticaret hayatını anlattığı “Bir Markayı Yaratmak” kitabı geçen ay raflarda yerini aldı. Abdullah Kiğılı yeni kitabını Akşam Pazar ekine anlattı:
Dev bir cüsse, kocaman bir gülümseme, davudi bir ses ve gök gürültüsü gibi bir kahkaha… İşte size Abdullah Kiğılı… Bingöl’ün Kiğı İlçesi’nden Malatya’ya, oradan da İstanbul’a göçmüş bir ailenin en küçük oğlu. Daha çocuk yaşta babasının dükkânında zanaatın inceliklerini öğreniyor, sokakta “Piramit, hanım” diye bağırarak keten mendil satıp Sultanhamam’a adım atıyor. Annesinin yardımı ile babasını İstanbul’dan uzaklaştırıp köhne kumaşçı dükkanını günün ihtiyaçlarına uygun hale getiriyor, ama burada da durmayıp Haliç’in öte yakasına Beyoğlu’na atlıyor ve İstiklal Caddesi ile Mis Sokağın köşesinde alayişli bir Kiğılı mağazası açıyor. Ondan sonra tut tutabilirsen, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde depolar, sayısı 225’e ulaşan mağazalar… Anlatılması kolay, inanılması zor ve içi müthiş derslerle dolu bir yaşam öyküsü.
Hayatınızı anlatan bir kitap. Çıkış hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Son 5 yıldan beri gittiğim her yerde ve çevremdeki insanlar tarafından bana, “Hayatını anlatan bir kitap çıkar” dediler. Fakat kendimi böyle bir şeye hiç hazır hissetmedim. Daha sonra “52 yıldır bu sektörün içerisindeyim, geçmişte ve bu sektörde yaşadıklarımı anlatsam kimin ilgisini çeker?” diye düşündüm. Dostum, arkadaşım Nuri Çolakoğlu’yla konuştum. 2017’nin nisan ayında başladık, ekim ayının sonunda da kitabı bitirdik ve 52 yıl öncesine hatta daha geriye, çocukluğuma döndük.
Geriye dönmek size iyi geldi mi? Neler hissettiniz?
Geriye dönüp bakmak çok iyi geldi. O dönemin şartlarında çektiğimiz çileleri hatta sektörün içerisinde nasıl ilerlediğimizi gördüm.
52 yıl… Bu zamanda çok yıprandınız mı?
O günün Cumhuriyetinde hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey olmayan bir ülkede hazır giyimin h’si yok ve biz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Göz kararıyla işler yapıyorsun ve yaptığın işlerde de çoğu zaman aldanıyorsun. Hatta yeri geliyor dayak yiyorsun, para kaybediyorsun… Niye? Çünkü danışacak çok kimse yok! Onlar da o bildikleri şeyleri kendilerine saklıyorlar, kimseyle paylaşmıyorlar. “Ben buna her şeyi öğretirsem bu gelip beni geçer” düşüncesi hâkimdi. Çocukluğumda, gençliğimde hep bunun sıkıntısını çektim. Ama buradaki amacım; sektörümün içerisinde sorulan her soruya yanıt vermek ve rakibim bile olsa yardım isteyene yardım etmek.
Hayatınız boyunca dostluk anlamında şanslı bir insan mıydınız?
Eğer iyiyseniz, güzel çehrenizi herkese gösterebiliyorsanız ve bununla birlikte çevreniz de iyi bir şekilde genişliyorsa şanslı bir insansınız demektir. Bu sizin elinizde olan bir durum. Yüzü gülmeyen, suratını asan ve kavgacı tiplere bir bakın. Çevresinde dost bulamazsınız. Bu insan kalitesiyle alakalı bir şey.
‘ÇIRAK DİYE BİR ŞEY KALMADI’
Bu sektörde bildiğim kadarıyla usta-çırak ilişkisi çok önemli. Peki, günümüzde bu süreç devam ediyor mu?
Artık bu durumu göremezsiniz. Çünkü çırak diye bir şey kalmadı! Benim 6 tane torunum var ve çok sabırsızlar. İşe girer girmez her şeyi bildiklerini sanıyorlar. O yüzden çocukları hemen işe almayacaksın. Öncesinde bu işi dışarıda öğrenecek ve tecrübe sahibi olacak ki daha sonra görevi iyi yapabilsin. “Bak bu sandalyen, bu da araban” dersen hata etmiş olursun. En azından bizim şirkette “Hadi hemen işe başla” diye bir şey yok. Önce dışarıda hayatın zorluklarını öğrenecekler, yeri geliyorsa ağlayacaklar ki sonra bugünkü nimete konduğu zaman da Allah’a şükrederek işine dört elle sarılabilsin. Öyle yağma yok! Çünkü ben buralara kolay gelmedim. İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken yaz aylarında Kapalıçarşı’da gidip bir mantocunun yanında çığırtkanlık da yaptım, işportacılık da…
Peki, bu usta-çırak ilişkisini devam ettirmek için ne yapmak lazım?
Tecrübeme göre, insan bir işi tam olarak kavrayabilmesi için aynı yerde 5 yıl müddetle çalışması gerekir. 5 yıl, aynı işte muvaffak olabiliyorsan layıkıyla yapabiliyorsun demektir. Bugünün gençliği çok çalışmak mecburiyetinde.
Uzun yıllardır ticaretin içindesiniz. Ticarette güven çok önemli. Siz bu olguyu nasıl kazandınız?
Ticarette güvenin sağlanması için ahlaki zafiyetinin olmaması gerek. Ahlaklı ve düzgün insan ticaret yapabilir. Bunlar da yetmiyor. Yanında adalet de çok önemli. Adalet terazisinde hiçbir zaman kendi tarafına ağırlığı koymayacaksın. Yanında çalıştırdığın insanlara sevgiyle ve insan gözüyle bakacaksın ki güven kazanabilesin. Ben böyleyim. 50 yılı aşkın işverenim ve çalıştırdığım herkesten alacağım var ama çalıştırdığım kimseye borcum yok! Bak bunu söyleyebilmek kolay bir şey değil.
‘ÇOK YIPRANDIM AMA HİÇ HAYATI KAÇIRMADIM’
Buralara kadar gelmek de çok değerli. Bu süreçte kendinizden ne tür ödünler verdiniz?
Hayal bile edemeyeceğim noktalara geldim. Çok yıprandım ama hiç hayatı kaçırmadım. O yüzden çok şanslı bir insanım. Bu zamanda öğrendiğim en iyi şeylerden biri de herkesin kendi bildiği işi yapması gerektiği oldu.
Kumaş sizin için ne ifade ediyor?
Bu parmak uçlarımla en çok dokunduğum şey kumaş oldu. Düşünün kumaşın bendeki yerini.
Gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz oldu mu?
Okumak çok istiyordum fakat liseden sonra maalesef okuyamadım.
‘FENERBAHÇE AŞKI BiTMEZ’
Peki, Fenerbahçe ile ilgili genel olarak düşünceleriniz, duygularınız nedir?
Fenerbahçe aşkı bitmez… Futbolda Aykut Kocaman aradaki puan farkını suni olarak değerlendirmişti. Bu kehaneti de tuttu.
Son olarak bu yıl Fenerbahçe şampiyon olur mu?
Kendi görüşüme göre ara transfer döneminde 1-2 önemli yerlere transfer yaparsa şansı var, yapmazsa şansı az. Bu işin derinine girersem doğru olmaz. Futbol öyle bir şey ki 7 yaşındaki çocuğa da sorsan biliyor, 70 yaşında ki adama sorsan da… Bugüne kadar gelmesi de büyük bir başarı. Ama basketbol öyle değil! Direk “şampiyon olur” diyebiliyorum.