Türk futbolunun görsel hafızasıydı
İsmet Gümüşdere
Türk sporunun adeta belleği. Çektiği kareler olmasa ne Metin Oktay´ın ağları yırtan golünü ne Ali Sami Yen´in salkım saçak tribünlerini ne de Lefter´in belkıran çalımlarını 2000’li yıllara taşımak mümkün olabilirdi. İşte bu efsanevi anları objektifiyle yakalayan İsmet Gümüşdere son günlerini İstanbul Florya´daki evinde sakin bir hayat sürerek tamamladı. Gümüşdere’yi 2003 yılında onunla Hürriyet Pazar için yapılmış ama yayınlanmamış bu son röportajla analım…
Alp ULAGAY
Yunan filozof Platon´dan alıntı yaparak giriyor söze İsmet Gümüşdere: “İnsanlar doğuyor, ölüyor. Ölürken her şeyi öbür dünyaya götürüyorlar. İnsanlar belge niteliği taşıyan bir eser bırakmalılar. Şimdi bunun için uğraşıyorum. ‘Bir Dünya Düşledim’ isimli hayat hikâyem sonbahara hazır olacak.”Gazetecilikte neredeyse 60 yılı deviren İsmet Gümüşdere bugünlerini anlatırken hep projelerinden bahsediyor. Yılların birikimini bir eserde toplamadan göçüp gitmek istemiyor bu dünyadan.
İsmet Gümüşdere İstanbul´da Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1925 kışında dünyaya gelir. Onu üç erkek kardeşi takip edecektir. Kendi tabiriyle `Müslümanların kutsal semti Eyüp´te geçer çocukluk yılları. Köklerinin dayandığı Rumeli hikâyelerini evde sık sık dinler. Kosova ve Priştine´yi niye bırakıp geldiklerini anneanesine sorar ve şu cevabı alır: “Haçan, Sırp gavuru geldi. Kaçtık, Türkiye´ye geldik.” Bunun da etkisiyle ailesinde dini inançlar kuvvetlidir. Futbola merakının sebebi ise dayısıdır. Dayısı Ümit Aydın, ailenin tahsilli, yabancı dil bilen tek üyesidir ve Düzce futbol takımında kalecilik yapmaktadır. Sabahlara kadar futbol konuşmaktan sıkılmaz. Bazı günler küçük İsmet´i İstanbul´un göbeğindeki Taksim Stadı´na lig maçlarını izlemeye götürür. Sahaya paralel uzanan açık tribündeki binlerce seyirciyle tahta perdeler arasında sıkışır çocuk haliyle. Gözü hep boyunlarında fotoğraf makineleri, kale arkasında serbetçe dolaşan birtakım adamlardadır. Fötr şapkalı bu adamlar o devrin altı-yedi önemli fotomuhabiridir. Onlar gibi sahada durmak, rahat hareket etmek ister. Bu maçlar adeta ilerideki mesleğine sürükleyecektir küçük İsmet’i.
POLİSLERDEN KURTULDU
CUMHURİYET’E SIÇRADI
İsmet Gümüşdere küçük yaşta kafasında yer eden bu olayın da etkisiyle kararını verir. Ailesindeki ilk gazetecidir. İlk işi de Fenerbahçe dergisi için fotoğraf çekmektir. 1947´deki çekişmeli bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı genç fotomuhabirinin kariyerini derinden etkileyecektir: Galatasaray kalesinin arkasından ayrılma talimatına uymaz. Maçın ikinci yarısında İstanbul Bogazı kıyısındaki Şeref Stadı´nda iki takım oyuncuları arasında bir kargaşa yaşanır. Gümüşdere ok gibi fırlar, deklanşörüne basar ve en çarpıcı kareleri yakalar. İyi para getirecek kareleri yakaladığını düşünürken kendini bir anda havada bulur. İki polis memuru koluna girmiş onu saha dışına doğru sürüklemektedir. Kıskanç bir meslektaşı, Ahmet Tuna basın kartı olmadığı gerekçesiyle kendisini şikayet etmiştir. Tam bu sırada memurların karşısına dönemin ünlü fotomuhabiri Selahattin Giz çıkar. “Benim kefaletim muteberse, bu arkadaşı bırakın’” diyerek genç Gümüşdere´yi kurtarır. Sonra da arabasına alıp Cumhuriyet gazetesinin Cağaloğlu´ndaki bürosuna götürür. Bir Edith Piaf plağını gramofona koyar ve bu sobalı odada İsmet diye seslendiği genci Cumhuriyet´in çömez muhabiri yapıverir.
Bu basamağı atladıktan sonra hayatı şehrin ve Türkiye´nin dört bir yanını dolaşmakla geçer. Sadece futbol maçlarını veya transfer haberlerini takip etmekle kalmaz, kara saplanan trenlerden TBMM oturumlarına kadar her olayın peşindedir. Arada Cihat Baban´ın Tercüman gazetesinde çalışır. 1960´da Hürriyet´ten gelen transfer teklifini değerlendirir. Simavi´lerle çalışmak kendisine yeni ufuklar açar: “Hürriyet´in spor servisine çok şey verdim. Benden önce spora yarım sayfa ayrılırdı. Haldun Bey `bu çocuk çalışıyor, didiniyor. Niye bunun fotoğraflarına daha çok yer vermiyorsunuz!’ deyince spora ayrılan yer bir sayfaya çıktı.”
SİMAVİ’NİN TELKİNİYLE
İNGİLİZCE ÖĞRENDİ
Gümüşdere o yıllarda yabancı dil bilmemeyi ayıp sayar. Fransızca bilen dayısının eve getirdiği yabancı spor dergileriyle büyümüştür. Bunun üzerine Erol Simavi´nin telkinleriyle kursa gider, İngilizce öğrenir ve meslektaşları arasında ayrıcalıklı bir konuma kavuşur. Bu vasfı sayesinde sık sık yurtdışına gitme imkanını yakalar. Haber için Londra´yı merkez alır. Her seferinde yolculuk öncesi Erol Simavi kendisini çağırır ve harcırahının yanı sıra cebinden 500 dolar daha ekler ve “İşten sonra git gönlünce eğlen” der. Ama İsmet Gümüşdere o ekstra parayı hep kitaplara, yabancı dergilere yatırır. Hâlâ da bu merakıyla övünüyor: “Her zaman kültüre yatırım yapmayı yeğledim. Hiçbir fotomuhabirinde bendeki arşiv yoktur.”
Yurtdışı gezilerinde hep havaalanının yanındaki otelde kalır. Gecesi dört sterline Heathrow´daki Sheraton tek uğrak noktasıdır. Otelin Türk müdürü Ercüment Acar da onu hep güleryüzle ağırlar. Bu Londra seyahatleri sayesinde THY pilotlarıyla da samimiyet kurar. Uçaklar hakkında her şeyi öğrenir. Zamane muhabirlerinde benzer bir merakın kalmamasını da eleştiriyor.
1967´de müthiş bir teklif alır: Hürriyet´ten ayda 1000 lira kazanmaktadır. Buna karşılık Kemal Uzan´ın Yeni İstanbul gazetesi tam 6250 lira önerir. Birkaç meslektaşıyla beraber bu teklifi kabul eder. Tam dört yıl ter döker Yeni İstanbul için ama verilen sözler yerine getirilmediği için 1971´de 28 arkadaşıyla birlikte istifasını sunar. Bundan sonra da süreli yayınlardan gelen teklifleri hep reddeder. Beyoğlu İstiklal Caddesi´nde kendi bürosunu açar, serbest çalışmaya başlar. Ancak, eski günlerde yanından ayrılmayanlar iş vermedikleri gibi İsmet Gümüşdere´yle selam sabahı da keserler. Ajans Gümüşdere müşteri çekmekte zorlanınca o da büroyu kapatmak zorunda kalır.
Genel yayın yönetmeni Güneri Cıvaoğlu 1983´te Güneş gazetesini çıkarmaya hazırlanırken İsmet Gümüşdere´nin kapısını çalar. Cevabı yine menfidir. Ancak, tecrübeli fotomuhabir 1988´de Hıncal Uluç yönetimindeki Gelişim Spor´un kuruluşunda yer alır. Üç yıl boyunca bu haftalık spor dergisinde makinesini konuşturur. Dönemin yıldızları `Şeytan’ Rıdvan ve `Kral’ Tanju onun objektifiyle milyonların beynine kazınır. Artık spor basınının en eskilerindendir.
Sonraki 10 yılda vaktini hem çalışmaya hem de eserlerini sergilemeye ayırır. Ancak, meslektaşlarından yakın ilgi göremez: “İstanbul Atatürk Kültür Merkezi´nde 50. yıl sergisi açtım. Ama bizzat yetiştirdiğim fotomuhabirler bile sergiye gelmedi. Buna karşın Hıncal Uluç sergi haberini duyar duymaz Amsterdam´dan geldi.” 2000 yılında üç meslektaşıyla birlikte Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Burhan Felek ödülüyle onurlandırıldı.
Gümüşdere harıl harıl iki kitap üzerinde çalışır: Birisi her telden anlarını fotoğraflarla bezediği bir albümdür. Bu albüme bir de sergi eşlik edecektir. Diğer kitapta da gençliğinden bu yana kaleme aldığı şiirleri bir araya getirecektir. Zaman zaman sağlık durumu bu çalışmaları aksatır. 32 yıldır şeker hastalığıyla yaşamaya ve günde dört ensülin iğnesine alışmıştır. Ama İsmet Gümüşdere okumaktan, araştırmaktan yılmayan bir karaktere sahip. Her gün notlarını alır, gözden geçirir. Fırsat buldukça soluğu bir arkadaşının Merter´deki kitabevinde alıp orada kitapların arasında saatler geçirmeye bayılır. Üç torununa bırakacağı en büyük mirasın da kitapları olduğunu üstüne basa basa söyler. Ta ki mayıs 2003’teki vefatına kadar…
Fotoaltları:
1) Fotomuhabirlerin kaderi bu! Tıpkı şimdiki gibi eskiden de fotomuhabirleri kötü hava şartlarında