Kramponlu Pisagor; Radyospor’da programlar yapan ve TGRT Haber’de spor müdürlüğü görevini yürüten Sabri Ugan ile Radyospor binasında bir röportaj gerçekleştirdi. İşte o söyleşi:
Soru: Şu anda hem Radyospor’da program yapıp hem de TGRT Haber’de bir program sunuyorsunuz. Sizin için bu yoğunluğu da beraberinde getiriyor mu?
Sabri Ugan: Bir yandan radyoya devam ediyorum, diğer yandan TGRT Haber’in müdürlüğünü yapıyorum. Yorucu, yoğun ama altından kalkabileceğim bir şey. Çünkü ben mesleğimi çok seviyorum. Eğer Türk sporuna ve Türk futboluna içerik sağlayabiliyorsam bu beni son derece mutlu ediyor ve motivasyonumu arttırıyor. Bunu başarabildiğime inandığım müddetçe de ne kadar omuzlarıma yük binerse binsin bu tempoyu kaldıracağıma inanıyorum.
Soru: Gerek Dünya Kupası’nda gerek Şampiyonlar Ligi’nde çok fazla oyuncu ismi telaffuzu konusunda sıkıntılar çektik. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz ve genç spikerlere önerileriniz ve küçük tüyolarınız nelerdir?
Sabri Ugan: Mesleki açıdan baktığım zaman önce bir maç anlatıcısının tanımını yapmak lazım. Maç anlatıcısı, taraftara yardım edendir. Ben de bunu Holosko’da yaşadım. Çünkü adama anası babası “Holoşko” diyor ama bizde yerleşmiş bir isim vardı: “Holosko”. Baktım ki çok fazla tepki var. O zaman da şunu söyledim: “Bu adamın adı Holoşko ama ben size yardım etmek zorundayım. O nedenle ‘Holoşko’ demiyorum. Siz doğruyu bilin de, ben sizi rahatsız etmeden ‘Holosko’ diyeceğim” dedim. Bazen doğru bile yanlış bilgiden dolayı çok tepki görebiliyor. Ben sadece futbolseverlere bu kadar fazla takılmamalarını öneriyorum. Ben maç anlatıcısı olsam, yerleşmiş isimlerde doğruya ulaşsam dahi bu kadar doğru gibi empoze etmezdim. Çünkü o zaman seyirci maçtan kopabiliyor. Sana gereksiz eleştiriler yöneltebiliyor, senin de motivasyonunu bozabiliyor. O yüzden yerleşmiş isimlerin kalması gerektiğini düşünüyorum. Mesela Steaua Bükreş vardı. “Şiteau Bükreş” diye alıştık biz ona ama doğru isim “Stava Bükreş”ti mesela. Fakat daha farklı bir şey söyleyeceğim. Denilebilir ki mesela Almanca’dan örnek verelim. “Austria Viyen” deniliyor, hayır doğrusu “Austria Viin”. Mesela Bayern Münih diyoruz ama dünya Bayern Münih demiyor buna. Almanlar başka bir şey, Fransızlar başka bir şey söylüyor. Ama dil hatası yapmadan kendi dillerine uyduruyorlar. Ama Steaua Bükreş’te ve Austira Wien’de bir dil hatası var. Ben kulağa alışılmış şeylerin düzeltilmesinin çok zor olduğunu ve bunun kısa süreli organizasyonlarda düzeltilme imkanının olmadığını düşünüyorum. İkincisi; Kuyt mı Köyt mü Kuyt mu? İngiliz spiker Dirk Kuyt’a soruyor: “Senin adını nasıl söyleyeceğiz biz?” diyor. Dirk Kuyt da “Benim adım Dirk Kuyt (Dirk Kault) ama sen bana Dirk Kuyt de, farketmez diyor.”
Soru: Öyle ki sosyal medyada sizlerin tekrar Şampiyonlar Ligi maçları anlatmasını isteyen bir kesim var. Özellikle Emre Tilev, Ertem Şener ve siz Şampiyonlar Ligi’nin vazgeçilmez sesleriydiniz. Şu anda bu yönde bir teklif gelirse değerlendirir misiniz?
Sabri Ugan: Şartlara bağlı. Gidip maçları oradan anlatmam birinci şartım. Yoksa televizyon karşısına geçip ordan anlatmayı kesinlikle kabul etmem. Özlediğimi kabul ediyorum. Sadece Şampiyonlar Ligi’yle sınırlı kalmak şartıyla kabul ederdim.
Soru: Daha önce bir televizyon kanalında Adnan Aybaba gibi bir ismin moderatörlüğünü yaptınız. Öyle ki Adnan Aybaba stüdyoda sizlere zor anlar yaşattı. O dönemi anlatır mısınız?
Sabri Ugan: Öncelikle 1997’ye dönmem lazım. 1997 benim hayatımın dönüm noktalarından bir tanesi. O zamanki müdürüm Büşah Gencer küçük bir sarı kart getirdi önüme koydu. 1997 Avrupa Kupa Galipleri Kupası Finali, Sabri Ugan, Rotterdam, De Kuip Stadı. Elim ayağım titredi. Ben Büşah Gencer’e oradan çok borçlandım. Ben müdür olsam, ben o maçı kendime vermezdim. Sonra Büşah Gencer bir ekip kurduğunu, bir program yapacağını ve bu ekibi ancak benim yönetebileceğimi söyledi. Direndim, çok direndim ama şöyle söyledi bana: “Evladım bana ‘Hayır’ dediği zaman ben senin ‘Hayır’ından ancak o kadar etkileniyorum” dedi. “Peki o zaman” dedim. Birincisi öyle başladı. İkincisi, Adnan Aybaba bana hiçbir zaman zor anlar yaşatmadı. Çünkü Adnan Aybaba futbolumuzun çok renkli figürlerinden birisi. Ben Adnan Aybaba’yı tanıyorum, siz Adnan Aybaba’nın size gösterdiği yüzünü tanıyorsunuz. O yüzden ikimizin Adnan Aybaba’ya bakış açısı farklıdır. Adnan Aybaba’yı düşünün. Eşeğe ters binmiş şekilde stüdyoya girdi, bir doktor kılığında stüdyoya girdi Türk futbolunu masaya yatırdı, Galatasaray’ın ruhunu çağıran bir Kızılderili oldu, Türk futbolundaki yangını söndüreceğim diyerek itfaiyeci kılığında geldi. İşin espri kısmını bir tarafa bırakıp “Ya bu adam ne diyor?” diye baktığın zaman aslında çok doğru tespitler yaptığını görüyoruz. Fakat anlatım biçimi ciddiyetten biraz uzak göründüğü için işin o tarafına baktı herkes. Halbuki evet Türk futbolunda yangın vardı ve bir itfaiyecinin gelip bunu söndürmesi gerekiyor. Evet, Türk futbolu hastaydı birisinin kalkıp bir operasyon yapması gerekiyordu. Evet, Galatasaray’ın o dönem ruhu kaybolmuştu o ruhun geri gelmesi gerekiyordu. Türk futboluna herkes ters taraftan bindiği için Türk futbolu doğruya doğru gitmiyordu. Şimdi bugün baktığın zaman Türk futbolunun geldiği noktaya, kulüplerin ekonomik yapılarına Adnan Aybaba’nın her bir yaptığı aslında birebir karşımıza teşhis olarak çıkmış. Ama Adnan Aybaba biraz magazin figürü gibi algılandığı için söylediğine baktığın zaman da ciddiyet olarak algılanmadığı için algı o tarafa doğru çıktı. Halbuki çok doğru teşhisler koymuştu. Biraz daha bunu formal şekilde yapabilseydi belki Adnan Aybaba’ya bakışta böyle olmazdı. Adnan Aybaba gibi unsurlar futbolumuzda olmalı. Ben Adnana Aybaba’ya her zaman söylüyorum. “Adnan artık o günler geride kaldı. Futbol bilgini biraz daha ön plana çıkartacak programlar yapman lazım.” diyorum, hep “Haklısın” diyor bana ama Adnan Aybaba hep böyle tanındığı için moderatör arkadaşlar da onun hep bu yönüne doğru gidiyor. Adnan Aybaba da ondan kurtulamıyor.
Soru: Anlatırken en çok keyif aldığınız oyuncular ve anlattığınızda sizinle özdeşleşen takım hangisiydi?
Sabri Ugan: Benimle özdeşleşen bir takım yok. Ama şunu söyleyebilirim. Galatasaray’ın çok başarılı olduğu Şampiyonlar Ligi dönemlerinde hep o galibiyetleri benim sesimden dinledikleri için Galatasaray ile beni biraz daha özdeşleştirmiş olabilirler. Ama şöyle bir düşündüğümüzde, Beşiktaş’ın bir Stamford Bridge destanı vardır, arkasından Marsilya’yı 2-1 yendiği bir maç vardır. Bir Dinamo Kiev karambolü vardır. Fenerbahçe için azdır çünkü bana sorumlularım az Fenerbahçe maçı verdiler. Orada da %60 civarında da bir galibiyet oranım vardır. Mesela şöyle mesajlar alırdım: “Abi biz önce Şampiyonlar Ligi’ndeki maçımızı kimin anlatacağını beklerdik, sen anlatıyorsan %50 rahatlardık” diyorlardı. Benim öyle yansımam vardı takımlarımıza karşı. Yoksa özdeşleştiğim bir takım yoktu. Futbolcu konusuna gelirsek, sana ne kadar şanslı biri olduğumu söyleyeceğim şimdi sana. Inıesta futbolu bırakacak, Xavi öyle, Ronaldinho bıraktı, baba Ronaldo bıraktı, Messi ve Ronaldo son aşamalarında. Ben bu çocukları ilk maçlarından itibaren anlattım. Onları sadece izlemedim, bi de anlattım. Ronaldinho’nun Chelsea’ya ceza sahası yayı üzerinden attığı bir gol vardır, hayatta unutamam. Onun için bana unutamayacağım anılar bıraktı bu meslek. Çok şükranlarımı sunuyorum.