Spor yazarı Kemal Belgin, Türkiye Gazetesi’ndeki köşesinde Ekrem İmamoğlu’nu hedef alan bir yazı yazdı:
Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ya, elindeki mazbataya göre… Hem de yarına yatırım kopyaları ustası… Peki eskiden neler yapmış? Nereden bileyim. Allah’tan eş dost, geniş kitlede, birbiri ardına servis edildi bilgiler. Trabzonspor’da 2002’deki Özkan Sümer döneminde yönetici imiş. Asıl önemlisi mi? Meğerse FETÖ’nün kanalı Samanyolu’nda spor yorumculuğu da yapmış. 3 Temmuz vakası döneminde de Fenerbahçe ile ilgi çekici (!) yaklaşımları olmuş. Hiç izlemedim ki… O kanaldan, bendeniz TGRT’de yorum yaparken ve gazetemde yazı yazarken iki defa, iki sezon üst üste, iki ve üç kat maaşla teklif aldım. Ama bendeniz de bir gün öyle, bir gün böyle tarzı olmadığı için kabul etmeyip yolumdan sapmadım. Allah’tan teklif yapan şahitler şimdi yorumculuk yapıyorlar. Nerelerde mi? Hadi bende kalsın…
Sağ olasın Hıncal Ağabey!
Geçtiğimiz cuma Hıncal Uluç Ağabey gazetesinde şu malum Uilenberg’i yazmış. Hani şu bizim hakemlerin eğitimcisi veya kontrolörü… Hıncal Ağabey adamın bizden 20 bin avro maaş aldığını yazmış. Yahu o kadar çok eski hakemimiz var ki… Örnek mi; geçenlerde Osman Hızlan dostumun cenazesinde rastladığım değerli kardeşim Ertuğrul Dilek, bu işin babasını yapmaz mı? Hem de kim bilir belki de beş kuruşumuza kan doğramadan…
Bravo yayıncı kuruluşa!
Galatasaray-Kayserispor maçını izliyorum. Yorumcunun tuhaf biçimde numaraladığı orta saha elemanları bir kenara, rahmetli babası çok iyi dostum olan Ercan da, Galatasaray’ın “Penaltıcı ve dönen top avantacısı” futbolcusu Diagne’ye top gelince sanki Ronaldo’ya gelmiş gibi sesini yükseltiyor, neredeyse feryat ediyor. Eee adam şu anda bizim ligin en pahalı bonservisi olan topçusu… İşin ucu ticarete dayanmıyor mu? Ben de ne ile uğraşıyorum be!
Artık karate serbesttir!
Futbol oyun kuralları içine geçerli olacak “Karate tekmesi” de konmuş. Bizim haberimiz yok. Ama hakemlerimizin haberi var. Zaten VAR da yok mu? Oradakiler için de “Devam” yorumu var. Önce Mehmet Topal, sonra da Emre Akbaba harika karate darbeleri ile rakiplerini yere serdiler. Tabii ki hakemlerden biri kart bile çekmedi, diğeri ise lütfen sarı gösterdi. Bu futbolculardan biri Fenerbahçeli, diğeri Galatasaraylı. Bakalım üvey evlatlardan biri aynı karatecilik gösterisinde bulunursa ne olacak?
9,5 kişilik Beşiktaş’ın Burak’ı…
Başlıktaki rakamı açayım önce… Lens, taa en başından beri yazar, söylerim ülkemdeki iki takımda da yer alırken, yoku oynadı ve oynuyor. Medel de sol beke yabancı olduğuna göre Şenol Hoca’m sahaya 9,5 kişilik takımla çıktı. Sivasspor’un derinlik vermeme üzerine kurulu, bence doğru taktiğini, açık ve net kendi eseri olan Burak’ın müthiş serbest vuruşu ile yendi. Bu arada VAR yine çuvalladı. İlk yarıda Burak’a yapılan net penaltı için niçin çağırmadın hakemi ki?
Abdullah Avcı neyi unuttu?
Lider Başakşehir, Ç. Rizespor’a saniye farkla kaybetmekten kurtuldu. Lider, maçı uzun süre 1-0 yenik sürdürdü. Bu arada teknik direktör Avcı değişiklik üzerine değişiklik yaptı. Adebayor girdi. Arda girdi. Bajic girdi… Ne mi olmuş? Avcı, Demba Ba’yı unuttu… Dört değişiklik hakkı olsa onu da yapardı. Bu arada orta alan oranın elemanı olmayan Arda ile 40’lık Emre’ye kalmıştı. İşte bizim futboldaki en zayıf yanımız ciddi hataları cezalandıramamaktır.
Fenerbahçe taraftarı memnun!
Ali Koç bey başkan seçildikten sonra tribünleri dolduran Fenerbahçe taraftarı “Ersun Yanal” diye yırtınmıştı. Ve kulübün tarihinde pek rastlanmamış biçimde Ali Bey “Tamam, o gelsin” diyerek Cocu’nun biletini kesmişti. Şimdi merakım odur ki, o kendini yırtan ve futboldan çok anlayan (!) zat-ı muhteremler ne düşünüyorlar acaba? Öyle ya, İsmail çıkıp yerine ne zamandır ortalarda olmayan Frey girip santrfora geçiyor. Kendi kanadında hem önde, hem arkada etkili Dirar mı? Sol beke yama… Ayew mi? Müthiş(!) şekilde başladığı santrfordan nereye belli değil… Aaa Tolgay 69. dakikada çıktı… Siz dua edin de Harun vardı kalede… Kurtuluş formülü mü? Haftaya yazacağım.
Türkiye gazetesi 50. yılına girdi…
Geçenlerde bir vesile ile ülkemizde hakiki gazete patronajı sınıfında, en azından babadan geçme sadece Türkiye gazetesi kalmıştı diye yazmıştım. Pazartesi günü kapıma konan gazetemde merhum Enver Beyin oğlu Mücahid Ören’le 50. yılımıza girdiğimiz şeklinde bir manşet vardı. Hey gidi günler hey! Kaç yıl oldu hatırlamadım ama gazetedeki bir toplantıya katılmam ısrarla istenmişti. Gittim ve arkalarda bir yerlere iliştim. Ama rahmetli Enver Bey, yanındaki bir arkadaşın kulağına fısıldayarak benim en öne gelmemi söylemesini istemiş. Önce yetkili arkadaşlardan utandım ama sonra hakiki son patronun karşısına geçmekten de büyük haz duymuştum. Rahat uyu hakiki patron! Öylesine ki, miras emin ellerdedir.