Türk Spor Ajansı’nın yazı işleri müdürü ve TMOK üyesi Remzi Yılmaz, sarı basın kartının son çeyrek asırda yaşadığı süreci kendi yaşanmış örnekleri üzerinden değerlendiren bir yazı kaleme aldı:
Basın Kartı ne işe yarar?
Ben 1983 yılında, o zamanlar Türkiye’nin 1 numaralı (1 milyon tirajlı) gazetesi Günaydın’da meslek hayatına başlamış bir gazeteciyim. Üst üste yapılan bazı yanlışlar nedeniyle ilk basın kartımı meslek hayatına başladıktan 7-8 yıl sonra alabildim. Benim basın kartı aldığım dönemde bu karta sahip olmak bir ayrıcalıktı. TSYD, TGC gibi meslek kuruluşlarına üye oldum ve nihayet 2005 yılında emekli oldum. 2015 yılı sonuna kadar da çeşitli gazete ve TV’lerde çeşitli kademelerde çalıştım.
Kanunlara göre sürekli basın kartı (Eskiden alanlara ‘Şeref Basın Kartı’ deniliyor, şimdikilere ‘Sürekli Basın Kartı’ deniliyor. Yani ‘ŞEREF’i de kaldırılmış!) sahibi olmak için basın kartını 21 yıl gibi bir süre taşımış olmanız gerekiyor. Ben de bundan çok daha fazla süre bu karta sahip olduğum için artık çalışmıyor olmama rağmen Sürekli Basın Kartımı taşıyorum.
Eskiden kimlik sorulunca basın kartını gösterdiğinizde, kabul görürdü. Hatta ekstra saygı bile gösterilirdi. Ancak şimdi, sahip olmak için en az 21 yıl çalışmak zorunda olduğunuz Sürekli Basın Kartınız, bir kimlik yerine bile geçmiyor.
Geçenlerde bir işlem için Halkbank Maltepe Şubesine gittim. Sıram geldiğinde ilgili memura gidip derdimi anlattım. Kimlik istendiğinde son şekliyle maviye dönüştürülen yeni basın kartımı verdim, kabul etmedi. Üzerimde ehliyetim de vardı onu kabul etti. (Hoş eski olan ehliyetimde TC kimlik numarası olmadığı için sonradan onu da kabul etmedi)
Düşündüm, bir insanın ehliyet alabilmesi için ne yapması, Sürekli Basın Kartı alabilmesi için hangi aşamalardan geçmesi gerekiyor? Ancak devletin nezdinde onca yıl çalışarak hak ettiğiniz Sürekli Basın Kartı’nın bir sürücü belgesi kadar ehemmiyeti yok.
Memureye tepki gösterince, şubenin müdiresi de tartışmaya müdahil oldu, diğer memurlar da. Tansiyon yükseldi. Nasıl olabilirdi ki? Üzerinde TC. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un imzası bulunan TC kimlik numaramın yazılı olduğu, sahip olabilmek için 21 yıl gibi bir süre sektörde çalışmanız gereken, taşımaktan gurur duyduğunuz Basın Kartınızın, bir ay gibi bir sürede akli dengesi yerinde olan herkesin alabildiği sürücü belgesi kadar bile itibarı yok.
Sonra oradan çıktım ve önce Garanti Bankası’na ardından Türkiye İş Bankası’na gittim. Meğer BDDK’nın talimatına göre geçerli olan kimlikler, ehliyet, nüfus cüzdanı ve pasaporttan ibaretmiş. Bankadaki memura sesim yükseltmiş olduğum için üzüldüm. Çünkü onun bir hatası yokmuş. Ardından gençliğimizde önünde ceketimizi iliklediğimiz, bu mesleği öğrendiğimiz büyüklerimiz geldi aklıma. Onların kartının üzerinde Şeref Basın Kartı yazıyor. Acaba onlar da şerefle taşıdıkları “Şeref Basın Kartlarının” ehliyet kadar önemi olmadığını anladıklarında ne hissediyorlar?
Bunca yıllık süreci ve basın kartının, daha doğrusu gazeteciliğin mesleğe başladığım 46 yıl öncesinden bugüne ne kadar değer kaybettiğini düşündüm. Ve bu süreçte Gazeteciler Cemiyeti Yönetiminin ne yaptığını, basın kartı sahiplerini hakları, basın sektöründe çalışanların bazı ayrıcalıkları birer birer ellerinden alınırken nasıl durduklarını, ne kadar müdahil olduklarını, cemiyetin işlevini, niye kurulmuş olabileceğini vs. vs.
NE YAPILMALI?
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetiminin bu konuda yapması gereken, basın kartının eski itibarını kazanabilmesi için bir kampanya başlatması. Bunun için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, BDDK, diğer kurumlarla ayrı ayrı görüşerek Basın Kartı’nın eski itibarını geri alamasa da en azından kimlik yerine geçmesini sağlaması. Çünkü bu olmayacaksa ben niye bu kartı yanımda taşıyayım ki. Ehliyet nasılsa her işi görüyor..
Burada bankaların kendi mudileriyle ilgili güvenlik sorgulamalarının ilkelliğine, Halkbankası’nın belki 30 yıllık önce müşterisi sonra emekli maaşı mudisi, kredi kartı taşıyıcısına yaptığı muameleye değinmiyorum bile. O zaten başlı başına bir tartışma konusu. Bazı ülkelerde yüz tanıma teknolojisi, cep telefonu gibi elektronik cihazlarla konu hissettirilmeden çözülüyor. Biz bu kadar ilkel yollarda ısrar etmek zorunda mıyız?