Spor basınının ünlü ismi İlker Yasin, korona virüs günlerini İznik’teki evinde geçiriyor. Yasin, Hürriyet gazetesinden Adil Demirçubuk‘a verdiği röportajda ilginç açıklamalar yaptı. İşte o çarpıcı röportaj:
TÜRKiYE LiGi
AVRUPA’NIN
BiT PAZARI
– Sizce koronavirüs sürecinden sonra bizi neler bekliyor?
Sadece futbolda değil, dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Türk futbolu, tarihte görülmediği kadar seyircisiz ve televizyonda dahi izleyenin az olduğu bir dönem yaşayacak. Biz, 1960’tan önce doğan kuşaklar defalarca darbeler gördük, depremler gördük, görmediğimiz tek şey virüstü, ya da böyle bir şeydi. Sadece uzaylıları görmedik, onun dışında her şeyi gördük. Tabiat öyle şeylere gebe ki… Bakın, doğadaki en vahşi hayvan insandır. Bu tabiatı biz kendimiz bu hale getirdik. Sars, mers, koronavirüsü insanlar üretti diyorlar, böyle komplo teorileri her zaman olabilir. Önemli olan insan kendisine bakacak ve diyecek ki; “Ben ne yapıyorum?” İnsanlar bu acımasızca ve egoistçe ormanları, bitkileri, hayvanları, tabiatı katletmenin hesabını verecek. Virüsle veremezse depremle verecek, selle verecek. Yani insanoğlu bir şekilde yapmış olduğu yanlışların hesabını veriyor. Bunun gibi daha neler var başımıza gelecek… Önemli olan insanın kendini frenlemesi.
– Peki insanoğlu gereken dersleri alır mı?
İnsanoğlu, doymayan, aç olmadığı halde etrafına saldıran, en gelişmiş canlıdır. Her etrafını çölleştirmeye ve yok etmeye çalışır. İnsanoğlunun dur diyeceği noktayı kestiremezsiniz. Aslında bu koronavirüs bir sinyaldir. Daha farlar yanmadı. İşte o farlar yandığı zaman insanoğlu çok daha büyük dersler alacak ve ama iş işten geçmiş olacak.
İYİKİ DE PROFESYONEL FUTBOL OYNAMAMIŞIM
– Türkiye’nin önde gelen futbol yorumcularından birisiniz; gençliğinizde futbol oynadınız mı?
İstanbul Amatör Kümesi’nde Muradiye’de oynadım. Yani profesyonel olmadım, ama iyiki de olmamışım çünkü profesyonel futbol oynayanların özgüvenlerinin bilgilerini aştığını ve özgüven patlaması yaşadıklarını görüyorum. Halbuki futbol sadece futbol değildir, onun içinde iletişim, eğitim, pedagoji, toplu halde hareket etme, yardımlaşma vardır. Ben profesyonel futbol oynayanların çoğunun bunların dışında kaldığını görüyorum. Bizim kuşağımızın ve arkasından gelenlerin sadece para odaklı hedefleri olduğunu, hissiyat odaklı hedeflerinin az olduğunu görüyorum. Eskiler, yenilerin hamle yapmalarına izin vermiyor. Bugün Türk futbolunda bugün 3-4 tane teknik direktör sayabiliyoruz. Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş. Onların dışında adam çıkartmıyorlar. Eskiler yolun her türlü kontrolünü ellerinde tutuyorlar. Onların arkasından gelen nesil de kendilerini gerektiği şekilde hazırlamıyor. Dünya konjonktürünü takip etmiyorlar. ‘Profesyonel futbol oynadım, C, B, A antrenör kurslarına gittim, bu yeter’ diyorlar. Kendilerini teknik direktör zannediyorlar! Del Bosque’nin şu sözünü çok severim; “Bilginiz futbolla sınırlıysa hiçbir şey olamazsınız.” Futbolla ilgili her şeyi bilebilirsiniz ama futbol adamlığı ya da teknik direktörlük sadece 4-4-2, 4-3-3’ü bilmek, bloklar arasındaki mesafeyi daraltmak değildir. Bugün Türkiye’nin en büyük holdinginin başındaki CEO ile büyük bir takımın teknik direktörü arasında bir fark yoktur. Teknik direktörlerin farklı kültürlerle bezenmiş olması şarttır. Her konuyu bilecek. Bir futbolcunun getirdiklerini ve götürdüklerini bilecek, parlayacak gençleri görebilecek. Mesela ben Fenerbahçe’nin Ferdi Kadıoğlu’nu kazanmasını isterim. Ben niye Dirar’la, Isla ile uğraşayım! Bakın Avrupa’nın bütün takımları her sene altyapılarından 2-3 tane oyuncu çıkarıp A takımda oynatıyor. Bizdeki teknik direktörler ise, “Ben gençleri oynatır kaybedersem kariyerim ne olur?” diye düşünüyor. Bizde her teknik direktör maç kazanmaya odaklı. Gençlere şans verip kaybederse daha çok eleştirileceğinden korkuyor. Onun için de biz Gustavo’yu, Dirar’ı, Babel’i, N’Koudou’yu, Diaby’yi, Elneny’yi seyretmek zorunda kalıyoruz. Bu bakımdan ben ‘Türkiye Ligi Avrupa’nın bit pazarı’ diyorum.
PELE BUGÜN OLSA, PELE OLMAZDI
– Mesleğiniz gereği Türkiye’de ve yurt dışında en çok maç izleyenlerden birisiniz; bu bağlamda Türkiye’de futbol gelişiyor mu, diye sorsam…
Türkiye’deki futbolun kalitesi bir adım ileri gitmiyor. Ama ambalajlama, cilalama çok iyi! ‘Avrupa’nın altıncı büyük ligiyiz’ gibi dandik yalanlar söyleniyor. Dünyada parametreler o kadar çok değişiyor ki… 1970’li yıllarda şortlar kısaydı, şimdi diz hizasına geldi. Eskiden formalar boldu, şimdi vücuda yapışıyor. Futbolda değişmeyen bir şey yok. Türkiye’de de futbolun kalitesi, sürati, değişti. Eskiden bu sürat yoktu. Futbol zorlaştı. Bakın biz hep Metin Oktay, Can Bartu, Altafini, Pele diyoruz; bugünkü futbol anlayışıyla ne Pele, Pele olabilirdi, ne de Altafini… Çünkü futbol artık yaratıcılık üzerine değil, oynatmama üzerine kurulu. 1986 Dünya Kupası’nda Maradona, orta sahadan aldığı topla bütün İngiltere defansını geçip golü attı; bugün öyle bir golü atması mümkün değil. Bu sistemde böyle bir oyuncuyu, ne kadar çabuk olursa olsun oynatmazlar. Çünkü futbol artık kreatif üzerine değil oynatmama üzerine kurulu. Futbol eski estetik değerini kaybetti.
– Yetenek anlamında bir değişim var mı?
Macaristan’da Ferenvaroş takımında oynayan Florian Albert adında bir oyuncu vardı. Albert topu önüne alıp driblinge başladığı zaman herkesi geçer, ondan sonra topa bastığında arkasından gelenler yıkılıp kalırdı. Fenerbahçeli Cemil Turan da böyle patlama gücü yüksek bir oyuncuydu. Herkes, herkesin zaafını bilip tedbir alıyor. Futbolun güzelliğine bakmıyorlar. Hele hele bizim ülkemizde herkes, taraftarı olduğu takımın kazanmasını istiyor.
TÜRKiYE’DE MAÇ SPiKERi YOK
– Tuttuğunuz takımı kimse bilmiyor; Beşiktaşlı diyen de var, Fenerbahçeli diyen de, Galatasaraylı diyen de. Bunu nasıl başardınız?
Ben de bilmiyorum, bilerek yapmadım… Ben sadece işimi en iyi şekilde yapmaya gayret ettim.
– Maç spikerliğine nasıl başladınız?
İlk spor spikerliği sınavını 1972’de kazandım fakat çeşitli nedenlerle kuruma giremedim. Ondan sonra İngiltere’ye gittim. Bir futbol maçının nasıl anlatılması gerektiğini gördüm. BBC’de David Coleman’a, ITV’de Bryan Robson’a hayran kaldım. İngiltere’den döndükten sonra 1976’da tekrar TRT’nin sınavına girip kazandım. Rahmetli Arman Talay, Çetin Çeki, Kemal Deniz, benim performansımı 1972’deki sınavdan ve kurslardan biliyorlardı ve beni kuruma almaya çalışıyorlardı.
– Örnek aldığınız bir spiker var mıydı?
Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük spiker Pertev Tunaseli’dir. Ben de dahil diğer spikerler, rahmetli ile kıyaslanınca maç anlatmıyor sadece konuşuyor. Ben hep onun gibi olmaya çalıştım. Müthiş bir tempo ile anlatıyordu maçları. Kimi yavaş anlatır, kimi Halit Kıvanç abi gibi sohbet ederek anlatır, ben ise tempoya inanırım.
– Yeni kuşak spikerleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki kategoriye ayırmak lazım. Liyakat ve sadakatin olduğu bir noktadayız. Bence Türkiye’de şu anda futbol spikeri yok diyebilirim. Aslında spikerlik başka bir şeydir, biz onlara daha çok anlatıcı ya da yorumcu diyelim. Her yorumcunun bir üslubu olması lazım. Üslubuna kendi karakterini katmalı. 1976 yılında TRT’de bana pazartesi akşamları yayınlanan ‘Avrupa’dan Futbol’ programının yapımcılığını ve sunuculuğunu bana vermişlerdi. Ben pazar geceleri sabah 5’e kadar haber merkezindeki teleks odasının kapısında durur, çöpe atılan Reuters ve AP’nin spor haberlerini toplar, okur ve o bilgileri programda kullanırdım. Bilgiye ulaşmak zordu, internet yoktu. Kendi paramla World Soccer, Onze gibi spor dergilerine abone olup, onlardan edindiğim bilgileri halka sunardım.
– İşinizi zor şartlarda yaptığınız için, aldığınız zevk de sanıyorum daha bir başkaydı…
‘Sevdiği işi bulan insan başka nimet istemesin’ diye bir söz vardır, ben buna inanırım ve bunu yaşadım. Yeni kuşak bilgiye kolay ulaştığı için yaptığı işin değerinin farkında değil. Ayrıca mesleğe de gerekli eğitimi almadan kolay ulaşıyorlar. Ben mesela TRT’ye girdikten 2 yıl sonra mikrofon yüzü gördüm.
– Genç spikerlere ne tavsiye edersiniz?
Mutlaka en az iki dil bilecekler. Sadece internetten edindikleri bilgiye sadık kalmayacaklar. Dünyada yoruma açık spor dergilerini, gazetelerini okuyacaklar. Hem de tekrar tekrar… Türkçe’lerini geliştirecekler. Bugün hangi kanala bakarsanız bakın, spikerlerin, yorumcuların Türkçe’leri çok zayıf. Kelime dağarcıkları az, telaffuzları kötü.
– Peki potansiyel olarak beğendiğiniz bir spiker var mı?
Daha önce de söylediğim gibi bir spiker veya anlatıcı kendi üslubunu ortaya koyacak. Ben Monaco-Galatasaray maçını anlatırken neredeyse bir slogan haline dönüşen ‘ağlamak istiyorum’ sözünü çalışmadım ki. Herkes gol, şut, aut derse olmaz. Herkesin farklı bir üslubu olmalı. Farklı üslubunu yaratabilen, başarıya daha kolay ulaşır.
ACUN ILICALI’NIN iÇiNDEKi DiNAMiKLERi HiSSETTiM
– Acun Ilıcalı’yı televizyonculuğa sizin başlattığınız söyleniyor, doğru mu?
Evet… 1991’de TRT’den ayrılıp Show TV’ye geçtim, spor servisini kurdum. Sadece Acun değil, Serkan Korkmaz ve Murat Kosova da televizyonculuğa benimle başladı. İkisi de İTÜ İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nde öğrenciydi. Aynı şekilde gıda mühendisliği okuyan Emre Tilev de televizyona ilk benimle başladı. Acun’u bir arkadaşım tavsiye etmişti. “Yeni bir servis kuruyorsun, Acun’u değerlendirir misin?” dedi. Ben de, “Gelsin” dedim. Esat Yontunç’la beraber geldiler.
– Daha önce basın ile ilgili bir iş yapmışlar mıydı?
Bana gelmeden önce bir dükkanları varmış, iflas etmişler, caddede bir halı, kilim şeyin üstünde mont, blue jean falan satıyorlarmış. Sonra Acun’u işe aldım. Esat’ı da alacaktım ama ikisinin bir arada olması servis için tehlikeliydi. İki kanka, servisteki herkesi bozardı (kahkahalar).
– Peki Acun Ilıcalı vefalı mıdır?
İnanılmaz vefalıdır. Bana saygısı ve sevgisi büyüktür. İki nikahında da bulundum. Çok iyi aile dostumdur.
iLKER TAHSiN’E HiÇ KIZMADIM!
– Türkiye’de en çok takliti yapılan spikerlerden birisiniz. Mesela Yavuz Seçkin’in yaptığı ‘İlker Tahsin’ tiplemesi bir efsane olmuştu. Bu tip taklitler sizi etkiliyor mu?
Hiç etkilemez. Hatta bir gün Yavuz Seçkin telefon etti, “İlker abi sizin taklitinizi yapıyorum ama…” falan dedi. Ben, “Devam et” dedim. Taklitler aslısını yaşatır. Önemli olan benim yaptığım iş. Bizim zamanımızda işler o kadar zordu ki. Mesela bir gün Wembley Stadı’nda maç anlatırken bağlantı koptu, koşa koşa 4 kat aşağı inip kumanda odasına durumu anlattım, ondan sonra tekrar koşa koşa 4 kat çıktım. Orduspor-Fenerbahçe maçında Orduspor radyo yayınını engellemişti. Ben stattan çıkıp 400 metre ötedeki PTT’nin kumanda odasına koşa koşa giderek radyodan dakika ve skor bildiriyordum. Yani sadece maç anlatıcısı değildik, haberi ulaştırmak için hem muhabir hem prodüktör hem spiker, yani bizim kuşak her şeyi yapıyordu.
FENERBAHÇE’NiN BÜTÜN TRANSFERLERi FiYASKO
– İçinde bulunduğumuz sezonu nasıl değerlendiriyorsunuz? Olumlu ya da olumsuz anlamda sürprizler var mıydı?
Bu sezonun en sürpriz takımı ilk yarıdaki performansıyla Sivasspor. Olumsuz anlamda ise Fenerbahçe.
– Fenerbahçe’nin bu kadrosuyla gösterdiği performansın normal olduğunu söyleyenlere katılıyor musunuz?
Comolli’nin oluşturduğu kadroyla buralara gelmesinin normal olduğunu hemen herkes söylüyordu. Ben Fenerbahçe gibi bir kulübün, geçen sezon yaşadığı başarısızlıktan ders almayıp burada olmasını sürpriz görüyorum. Frey, Benzia, Zanka, Adil Rami, bunların hiçbiri Fenerbahçe’nin formatına uygun değildi. Fenerbahçe, hücum oynayan bir takımdır. Ersun Yanal’ın ilk döneminde forvet hattında Kuyt, Sow, Emenike, Webo vardı. Ama son iki sezonda Fenerbahçe’nin tüm transferleri tamamen bir fiyasko. Futbolcuların kaliteleri bir yana, takımdaşlık ruhunu da oluşturamadılar. Ben daha önce da yazdım söyledim; Ali Koç, Phillip Cocu’yu gönderdiği gün, Comolli’yi de yollamalıydı. Ali Koç, Comolli’ye git dememesinin bedelini çok ağır ödedi. Transferlerin kalitesizliği sorunu Galatasaray ve Beşiktaş’ta da var. Şu anda Galatasaray geçen sene gönderdiği Fernando ve Ndiaye’yi aramıyor mu? Hele hele Beşiktaş… Kalecisi Fabri’den tutun Marcelo, Tosic, Talisca, Mario Gomez, Cenk Tosun’a dek, gönderdiklerinin hiçbirinin yerini dolduramadılar. Şimdi bakıyorsun, N’Koudou, Diaby, Elneny… Bunlar ne ya! Şu koronavirüs süreciyle birlikte Türkiye Futbol Federasyonu bu konuya el atmak zorunda.
– Peki Trabzonspor için neler söyleyebilirsiniz?
Trabzonspor bu sene içinde beğendiğim takımladan biriydi. Sezon başında sakatlıkları çok oldu. Buna rağmen şu an averajla da olsa ligin zirvesinde. Trabzonspor uzun yıllar sonra şampiyonluğa ilk kez bu kadar yakın.