TRT’nin eski deneyimli maç spikerlerinden Akın Göksu, HİBYA Haber Ajansı’na röportaj verdi ve dünya futbolunun son 50 yılını yaşadığını söyledi.
Göksu, meslek yaşantısıyla ilgili bilgi verdi.
Önceden, ticari ve devlet radyoculuğu diye bir olayın varlığından bahseden, radyonun icadından sonra Amerika kıtasında özel, Avrupa’da ise devlete bağlı bir radyoculuk anlayışı bulunduğunu aktaran Göksu, bu ikisinin yayıncılık anlayışlarının da farklı olduğunu bildirdi.
Göksu, bu ayrımın bilhassa savaş dönemlerinde kendisini belli ettiğine işaret ederek, ”Bunların gelir kaynağı da değişiyor. Amerika’da ticari anlayış ön planda olduğu için gelir reklama dayanıyor. Diğer tarafta ise devletin finansmanı söz konusu.” dedi.
Türkiye’de de radyoculuğun devlet desteğiyle geliştiğini anlatan Göksu, ”Biz spor spikerliği olarak devlete ait yayıncılık anlayışının son dönemlerini yaşadık. Sonra özel kanal ve radyoların açılmasıyla görev yapacak insanların nitelikleri de değişti. Bu açıdan bakıldığında biz çok şanslı bir dönemdeydik. Sadece az sayıdaki spor spikeri arkadaşla, TRT’nin yetiştirdiği yani devletin yetiştirdiği kimseler olduk.” diye konuştu.
Göksu, Çanakkale Dardanelspor’un Fenerbahçe ile yaptığı maçta Fenerbahçe’yi tutmak gibi bir lüksleri olmadığını belirterek, şöyle konuştu:
”Tarafsızlığı, dengeyi kurma politikaları, bizim kuşağımızı bu sınırlar içinde tutmuş bir olgudur. Bu olgu doğrultusunda biz çok popüler olduk, çok güzel işler yaptık. Bunun karşılığında bizi dinleyen insanlar çok sempati duydu, moral verdi, zaman zaman hayliyle kızdıkları da oldu. Ama biz bu mesleği bu ortamda gerçekleştirmiş şanlı bir gruptuk. Bu grupta, Öztürk Pekin, Ümit Aktan, Murat Ünlü, Tansu Polatkan, Abidin Aydoğdu vardı. Mesela ben İstanbul radyosunda taş plaklardan maç anlatımlarını dinledim. Şöyle antılıyor, ‘sayın Zeki Sporel’ diyor futbolcuya. Çok yavaş ve saygılı bir anlatım şekli varmış.”
– Pele, Yaşin ve Puşkaş ile konuştum
Akın Göksu, meslek hayatında sohbet ettiği dünyanın en ünlü futbolcularının ayrı bir yer tuttuğunu söyledi.
Brezilyalı dünyaca ünlü futbolcu Pele ile Meksika’da oturup sohbet ettiklerini anlatan Göksu, ”1986 yılındaki Dünya Kupası’nda Fransa-Brezilya maçı oynanıyordu. Bu maç tarihte seyrettiğim en muhteşem maçtı. Maçı ben anlatmıştım. Devre arasında Pele ile tercüman aracılığıyla konuştuk. O da maçın çok müthiş, iki takımın futbocularının çok kaliteli, dünya kupasının en büyük maçı olduğunu söylüyordu. Bunları söylerken çok mütevazi bir insandı, kibar bir adamdı. Herkesle konuşabilen, önüne gelen herkese imza atabilen bunları ben yanında gördüğüm için söylüyorum. Hangi ülkeden geldiğimizi sormuş, Türkiye’nin ileride bu tür turnuvalarda yer alması gibi temennilerde bulunmuştu.” ifadesini kullandı.
Göksu, dönemin dünyaca ünlü Sovyetler Birliği kalecisi Yaşin ile de görüşme fırsatı bulduğuna işaret ederek, anılarıyla ilgili şunlardan bahsetti:
”İki kez karşılaştım onunla. Birincisinde yine TRT’deyken rahmetli Turgay Şeren’in jübile maçında karşılaşmıştık. O zaman dünyanın bir numaralı kalecisi Yaşin. Bu maçta onunla birlikte olma şansını yakaladım. Hatırladığım kadarıyla Türkiye’de futbola büyük ilgi olduğunu söylemişti. Bunun iyi bir şey olduğunu söylüyordu. Aynı Yaşin ile 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda görevli, medya mensubu olarak, bacağının birinin kesilmiş olduğunu görerek, Münih’te yan yana oturma fırsatımız oldu, konuştuk.”
Macaristan’a karşı milli takımın efsane bir galibiyeti olduğunu, bu maçın 50 sene ”3-1 yendik” diye konuşulduğunu aktaran Göksu, dönemin ünlü Macar oyuncusu Puşkaş ile ilgili anılarını şöyle anlattı:
”Onunla da bir röportaj yapmak istedim. İstanbul’a başka bir sebeple gelmişti. Konuştuktan sonra, bizim o anlı şanlı muhteşem 3-1’lik galibiyeti sorucağım. O maçı hatırlıyor musunuz? diye sordum. Adam şöyle duraksadı. ‘Evet ya çok kötü bir saha vardı, çamur içindeydi’ dedi. Adamın maçla ilgili hatırladığı tek şey bu. Biz yıllarca Macarları şöyle yendik, böyle yendik diyerek gelecek kuşakları motive edeceğiz diye anlattığımız olayı adam böyle hatırlıyor.”
– Türkiye’deki maç anlatımları
Akın Göksu, kendisi için Türkiye’de derbi maçı anlatmanın en kolayı olduğunu bildirdi.
”Çünkü bütün olayı biliyorsun, futbolcuları yakından tanıyorsun.” ifadesini kullanan Göksu, ”Yeni lige çıkmış bir Kayserispor’un futbolcusunu tanımada zorlanabiliyorsun. Ama derbi maçlarda, sabah akşam bildiğin, merhaba dediğin, arkadaş olduğun insanlar var. Mesela 1983 yılında 4-4’lük Fenerbahçe-Galatasaray maçını anlatıyorum. O maçta demişim ki ‘İki takım da şan ve şöhretlerine yakışır bir futbol bize sunuyor.’ Geçen gün sosyal medyadan biri ‘Akın bey, işte böyle böyle demiştiniz’ diye 37 yıl sonra bana hatırlatıyor. O dönem ‘Fenerbahçe iyiydi de Galatasaray’ı şansı götürdü’ falan diyemezsin.” dedi.
En çok Beşiktaş maçlarını anlattığını aktaran Göksu, ”Beşiktaş’ı tutuyorum ayrıca. Rıza, Metin, ama yıllardır görüşmüyoruz. Herkesin yolu ayrılıyor, gidiyor. Tanju Çolak mesela heyecanlı, her şeye gider, gelirdi. Fatih Terim hoca olsun, onun futbolculuğundan beri tanırım. Samet Aybaba, Ulvi Fenerbahçe’den Oğuz, İsmail Kartal, Cem gibi hepsinle aramız iyiydi. Herşey güzeldi. Bu tip ilişkilere girmek istemeyenler de vardı.” diye konuştu.
Göksu, kendi kuşaklarından sonra yaşanan gelişmeler hakkındaki görüşlerini şöyle açıkladı:
”Bizim kuşağımızdan sonra özelleşen televizyonlarda spiker arkadaşlar, ‘ben yaparım, iyi o zaman gel sen yap’ zihniyetiyle oluştu. Bu arkadaşlarımız bugün hala öyle devam ediyor. Bunlar bir eğitim almadılar, bir yarışmadan geçmediler. Çünkü özel sektörün tek hedefi para kazanmaktır. Yani işi, gücü yok da spiker yetiştirmek gibi bir gayretleri de olmaz. Özel sektördeki yayıncılıkta patronun ‘nasıl daha çok para kazanırız’ düşüncesinden başka bir gayesi yoktur. Dolayısıyla maçı anlatacak adama demiştir ki ‘heyecanlı anlat.’ İşte bütün sihir, bizim dönemimizle şimdiki dönem arasındaki anlayış farkı budur. Patronların heyecanlı anlatım talebidir. Bu talepten sonra geçim sıkıntısı yaşayan bir genç spikerin maçı heyecanlı anlatmaktan başka hiçbir seçeneği yoktur. Eğer bağırıp, çağırma işi bugün futbola bir kalite getirdiyse diyecek hiçbir şeyim yok. Maç anlatma açısından söylüyorum. Hayır kalitesizlik getirmişse o zaman bunun vebali o televizyonların patronlarına aittir. Heyecan yaratmak için zengin bir dil bilmek gerekiyor. Bir pozisyonu farklı cümlelerle anlatabilme kabiliyeti gerekiyor. Bunların hiçbiri yok, ‘ben anlatırım ağabey’ diyor o da ‘geç anlat’ diyor, sonra bağırıyor, çağırıyor. Dolayısıyla bugün insanlar, maç anlatan insanları bizim kadar sevmedi. Ben bunu hissediyorum. Bizi sevdiler. Bunların ömrü devamlı da olmuyor. Bugün A, yarın B oluyor.”
Kendilerinden sonra TRT’de yetişen spor spikerlerinin uzun yıllar özel sektörde yer edinmeye çalıştığını dile getiren Göksu, ”Bizden sonra gelen Ercan Taner çok başarılı bir arkadaş. Ben çok seviyorum onun anlatım biçimini. Levent Özçelik, rahmetli Hüseyin Başaran, Yalçın Çetin, Erdoğan Arıkan bunlar hep başarılı arkadaşlarımız.” ifadesini kullandı.
– Futbol son 50 yılını yaşıyor
Tecrübeli spiker, dünya futbolunun kendisine göre son 50 yılını yaşadığını söyledi.
Artık futbolun dünyada ömrünü tamamlamış bir spor aktivitesi olarak tarihe gömülmek üzere olduğunu savunan Göksu, sözlerini şöyle tamamladı:
”Çünkü işin içine video girdi. İki, taraftarın aidiyet yapısı hızla değişiyor. Amatör takımı kabullenmekle, acayip parasal imkanlara sahip takımları kabul etmek, taraftar üzerine değişik etkiler yaratan önemli bir olay. Kendiliğinden ‘bu okul benim ilkokulum, bu mahalle benim mahallem, bu benim mahalle takımım’ diyen insanların yerine şimdi bana daha büyük reklam yapan takım ‘benim takımım’ anlayışı geliyor. İşin ekonomisi değişti. Endüstrileşti futbol. Dolayısıyla futbolu var eden taraftardır ve taraftar üzerindeki biçimler değişmeye başladı. Futbol bu yüzden yıkılmak üzere. Bana göre bu olay bitmiştir, bunun çözümü yok artık.” (hibya)