Sabah gazetesi TV eleştirmeni Yüksel Aytuğ, bugünkü köşesini Fenerbahçe’ye ayırdı:
Kızım için Fenerbahçe, kızım için…
Futbola ilgi duymayanlar lütfen kusuruma bakmasın. Bugün Fenerbahçe yazacağım. Yazmak zorundayım. Kızım için…
4 yaşındaki Ela’mı doğduğu günden beri iyi bir Fenerbahçeli yapmaya çalışıyorum. En büyük keyfimiz birlikte maç izlemek. Ama Ela cumartesi gecesi dudağını büküp dedi ki: “Babacım, üzülme ama ben artık Gaziantep’i tutuyorum. Çünkü bizimkiler hep yeniliyor…”
Çocuk haklı. Doğduğundan beri Fenerbahçe’nin herhangi bir başarısına şahit olamadı. Son haftalarda takım ha bire üç yiyip duruyor. Şimdi ben de sayın Ali Koç’a, sevgili Erol Bulut’a soruyorum: Ela’yı nasıl Fenerbahçeli yapabilirim?
Bu yazı, diğer futbol yorumlarından farklı olacak. Çünkü bu köşenin sahibinin herhangi bir başkanla, yöneticiyle göbek bağı yok. “Aman şu taraftar grubunu karşıma almayayım” diye bir kaygısı da yok. Kulüp başkanlarının, teknik direktörlerin güdümündeki spor servislerinden birinde de çalışmıyor. Klavye başında yazmayıp, yutkunmayı ‘kulübe katkı’ sanan biri de değil.
Gençliğimde uzun süre futbol oynadım. Fena kaleci de değildim hani. Tekirdağspor’dan gelen teklifi sırf üniversitede okuyabileyim diye geri çevirmişliğim bile var. Mesleğe spor muhabiri olarak başladım. Zamanın en kuvvetli spor servislerinde, en ünlü spor müdürleriyle çalıştım. Takvim’de ve Fotomaç’ta yıllarca Fenerbahçe yazdım. Bu nedenle yazacaklarım işkembe-i kübradan sallamalar olmayacak yani.
LİMON SATIN
Öncelikle şunu söyleyeyim: Erol Bulut teknik direktörlük kalibresi Fenerbahçe gibi bir dev kadroyu yönetecek çapta değil. O ancak küçük takımların büyük hocası olabilir. Aksi halde haftalardır yaptığı kişisel hatalarla Fenerbahçe’ye en az 10 puan kaybettiren Tisserand’ı stopere koymazdı. Türkiye’nin en iyi kanat oyuncuları Caner ile Gökhan Gönül’ü hazır hale getirir, kenarda oturtmazdı. (Türkiye’nin en iyi kanat oyuncuları Caner ve Gökhan’dan verim alamayıp, kulübede oturtan her teknik direktöre tavsiyem, bu işi bırakıp limon satması olacaktır) Ayrıca kadro zenginliğini ‘her maça ayrı 11 sürme hovardalığı’ sanmazdı. Peki ya 22 yaşındaki kaleci Oytun’un ateşe atılmasına ne demeli? Harun eğer kadrodaysa, sadece tecrübesiyle bile Oytun’un yerine oynar. Yok eğer sakatsa, o zaman yedek kulübesinde ne işi var? İlk golde pozisyonu süzemeyip, topun direkten dönerek rakibin önüne düşmesine sebep olan, frikik golünde hatalı baraj kurduran genç kaleci resmen harlı ateşin üzerine atılan köfte gibi yandı. Ayrıca Erol Bulut, ‘Fenerbahçe Teknik Direktörlüğü’nü gerçekten hak eden bir hoca olsa, maçtan sonra “İyi oynadık. Futbolcularım ellerinden geleni yaptı. Maçın hakimiydik ama şanssızdık” demezdi.
Benim sezon başından beri gördüğümü teknik direktör (!) nasıl göremiyor, onu da anlamıyorum. Önde baskı kuran, rakibin hazırlık pasları yapmasına izin vermeyen her takım Fenerbahçe’yi yener. Bunu önlemek için daha agresif bir orta saha yapısına ihtiyaç var. Ama Fenerbahçe’de skora baş kaldıran, yırtan, parçalayan orta saha oyuncusu yok. Ayrıca lider özellikli futbolcu da bulunmuyor. Gustavo eğer hakem Cüneyt Çakır’ı marke ettiği kadar Djilobodji’yi kovalasa sonuç çok daha farklı olabilirdi.
KISIR SİSTEM
Gelelim forvete. Ya da adı forvet olarak geçen futbolculara… Geçenlerde yazdım; Thiam, Cisse, Valencia aynı tip oyuncular. Gaziantep karşısında santrafor (!) Cisse’nin topla ilk buluştuğu anda dakikalar 36’yı gösteriyordu… Burada tek suç, Cisse’de değil tabii. Onu maçın üçte birlik bölümünde topla buluşturamayan oyun sisteminde. Kurtarıcı (!) olarak sahaya sürülen 1.98’lik Ademi’den ise -kusura bakmasın- ancak üst direk olur. Dedim ya, lafımı sakınmayacağım, ağzımda gevelemeyeceğim. İşlerine gelirse… İster küfrederler, isterlerse yazdıklarımın üzerinde uzun uzun düşünürler. Bundan sonra beni tek ilgilendiren, bitiş düdüğünden sonra güzel kızımın bükülen dudağıdır…
Gaf kürsüsü
Gaziantep SK-Fenerbahçe maçının en tartışmalı pozisyonu Pelkas’ın ofsayt gerekçesi ile iptal edilen golüydü. Ama maç sırasında BeIn Sports ekranına VAR’ın ofsayt çizgisi bir türlü getirilmedi.
Zap’tiye
Futbol yazarlarının işi çok zor. Çünkü ‘olmayan bir şey’ yazılmaz. Spor servisi yöneticilerinin yerinde olsam, hayal güçleri geniş bilim-kurgu yazarlarını yorumcu yapardım.
Ne demiş?
MUHABİR (Puan yitirilen bir maçtan sonra): Takım yorgun muydu? JOSE MOURINHO:
Yorgun mu? Günde 15 saat çalışıp, ayda birkaç yüz Euro ile evine dönen baba yorgun olur, biz değil. (Bu diyaloğu Samandıra Tesisleri’nin kapısına asmalı)