Akşam gazetesinde 1936’da Ali Sami Yen ile yapılan röportaj yayınlandı. Dönemin en önemli gazetecilerinden Hikmet Feridun Es imzalı röportaj günümüzde dahi en önemli kaynaklardan biri kabul ediliyor:
31 sene evvel, Galatasaray spor
kulübünü nasıl kurduk?
Memleketin en eski spor kulübü olan «Galatasaray» ı ilk defa olarak 1905 senesinde kuran afyon inhisarı idare meclisi azasından bay Ali Sami’dir. En eski Galatasaraylı olan bay Ali Saminin kulüp numarası da «1» dir.
«1» numaralı Galatasaraylıyı Taksimde, şık bir apartımanın güzel döşenmiş bir dairesinde buldum… Bay Ali Samiye sordum:
— 1905 senesinde ilk defa Galatasarayı nasıl kurdunuz?. Futbol kulübü kurmak nereden aklınıza geldi?
— Bakınız anlatayım… Galatasarayda talebe idim. Hafta tatilinde Moda burnunda oturan amcazademi ziyarete gittim. O:
— Moda burnunda İngilizler top oynuyor, seyretmeğe gidelim… diye tutturdu. Benim hiç arzum yoktu.
Zorla gittim. Lâkin seyrettiğim oyun o derece hoşuma gitti ki mektepte de oynamağa karar verdim. Vakıâ o zamana kadar Galatasarayda bir topumuz vardı. Ayakla topa vururduk, lâkin futbolün hiç bir kaidesinden haberimiz yoktu. Hatta futbolün kale ile oynandığını bile bilmiyorduk. Ben ilk futbol oyununu işte burada, Moda burnunda seyretmiştim. Mektebe geldim. Arkadaşlara futbolün kalelerle oynandığını söyledim:
Futbol kaidesi olarak işte yalnız bunu biliyorduk. İki tarafın kalesi olacak ve top ne bahasına olursa olsun bu kalelere sokulacak ama kaç kişi ile oynanır? Top el ile tutulur mu? tutulmaz mı? Hiç haberimiz yok, yalnız ortada tek ve güneş gibi parlayan bir hakikat var: Topu kaleye sokacağız.
Bunun için bütün mektepteki futbol meraklıları bahçeye çıktılar. Elli kişi bir tarafta, elli kişi öbür tarafta… Yani 100 kişi ortada bir top biribirimize girdik. Maksat topu kaleden sokmak değil mi? Kavga, güreş, yumruk, sille, uğraşıyoruz… Hatta elli kişi bir tarafta güreşir, savaşırken top öteki cepheye gidiyor… Aralarında top mop olmadığı halde biz 50 kişi altalta üstüste.. elbiseler pillim pillim.. icab ederse el ile de yakalayıp topu karşı kaleye sokuyoruz, bir kere buna muvaffak olduk mu? Gururumuzu görmeyiniz…
Bu yüz kişilik futbol maçları bir müddet sürdü… Bir gün müthiş bir haber aldık. Bizi saraya jurnal etmişler! Abdülhamid fena halde kuşkulanmış.
Esasen bizden evvel de talebeden Reşad Danyal ve arkadaşları bir futbol timi yapmak istemişler, formalar almışlar, top ısmarlamışlar, fakat daha ayaklar ile topa değmeden onları da saraya jurnal ettiler. Hatta jurnalda «kale kurmuşlar, top atıyorlar..» cümlesi varmış, zaptiye nazırı genç sporcuları çağırdı:
— Siz nasıl istihkâmlar yaptınız?, şehir içinde istihkâm, kale olur mu?. Attığınız toplar ne çeşit toptur., diye Sordu.
İkinci Jurnal bizim hakkımızda idi. O zaman biz ilk Galatasaray forması olarak millî renkleri seçmiştik. Formamız kırmızı beyazdı.
Bu kırmızı beyaz forma büsbütün onları kuşkulandırmıştı. Kırmızı beyaz fanileler giymemiz yaptığımız işleri millet namına yapıyor gibi bir vaziyet doğurmuş… Bunun üzerine o zamanki müdürümüz Abdurrahman Şeref bey bizi çağırdı. Zaten mektepte bu oyundan o derece çok mecruh vardı ki jurnal edilmesek bile muhakkak ki mektep idaresi oyunu menedecekti. Abdürrahman Şeref bey bana:
— Sen çalışkan bir efendisin böyle şeylerle, böyle kötü işlerle meşgul olma… dedi.
Maamafih biz kaçamak şeklinde faaliyetimize devam ediyorduk. Artık futbolün kaidelerini de yavaş yavaş öğrenmeğe başlamıştık. Evvelâ mektepte bir futbol timi yaptık. Bu timde şair Emin Bülend, Tahsin Nahid, şimdi Berlinde boks muallimliği yapan meşhur boksör Mahir, o zaman memleketin en cevval oyuncusu olan santrhaf Celâl vardı. Ben sağ haf bek oynuyordum. Halk bizi bazan bazan değil çok defa limon kabuğuna tuttuğu için her zaman egzersizlerimizi başka başka yerlerde yapıyorduk. Artık o zamanki oyunlarımızı görmeyiniz. Geçenlerde elime bir resim geçti. Kalecimiz hiç soyunmadan, palto, uzun pantalonla kale önünde bekliyordu. „
Nihayet bize ilk defa olarak üstü kapalı bir yer verdiler. Ünyon kulübünde bir merdiven altı… Elbiselerimizi buraya asar, topumuzu buraya saklardık. Bir taraftan da Kuşdili çayırının köşesindeki muhallebicide toplanır, içtimalar yapardık. İşte ilk Galatasaray kulübünün muhteşem merkezi bu muhallebicidir.
— Galatasaray kulübü ilk maçı kimle yapmıştır?
— İlk maçı İngiliz kulübü ile yapmak istedik. Bir davet mektubu yazdık. Bizi kulüp yerine koyup mektubumuza cevap bile vermediler. Bu cevapsız kalan mektubun sureti hâlâ kulüpte durur. Onlardan cevap gelmeyince ilk maçı Kadıköy kulübü ile yaptık. Rum kulübile… Bu ilk maçta sıfıra karşı tamam 14 gol yedik…
Bundan sonra Kadıköy kulübile pek çok maçlar yaptık. Her maçta yediğimiz goller azalıyordu. Yediğimiz goller azaldıkça biz sevinçten çıldırıyorduk. Meselâ bir maçta «bugün ancak 8 gol yedik..» diye nerede ise bayram yapacaktık. Nihayet 1909 da benim de oynadığım son Kadıköy – Galatasaray maçında 0 – 0 beraber kaldık. Bu maçta benim ayağım kırılmıştı. Berabere kalmak sevinci içinde ayağımın acısını bile farketmedim..
— Sarı – kırmızı rengi niçin seçtiniz? ,
— İlk rengimizin kırmızı – beyaz olduğunu söylemiştim. Bunu menettikleri zamanlarda Vasilyadi adında biri Avrupadan gömlek nümuneleri getirtmişti. Elinde güzel sarı – siyah gömlekler vardı. Biz bunları beğendik, aldık. Bu sefer formamız sarı – siyah olmuştu. Maçlara bunlarla çıkıyorduk. Nihayet sarı – siyah formalar da eskidi. Arkadaşlar Emin Bülendle beni yeni forma almağa memur etmişlerdi. Pazara çıktık. «Şişman Yanko» nun camekânında yan yana sarı ve kırmızı iki renk gördük. Biribirlerile o derece imtizaç etmişlerdi ki… Kırmızı çok koyu idi ve fes rengine kaçıyordu. Sarı da turuncu rengine pek yakındı. Bunları beğendik. Sırf bir tesadüf eseri olarak işte böylece Galatasarayın Sarı – kırmızı renkleri tesbit edilmiş oldu.
Bay Ali Sami gülümsedi:
— Galatasarayda benim reisliğim de bir tesadüf eseridir. Daha cemiyet iyice kurulmadan evvel arkadaşların bütün angariyelerini üstüme ben almıştım. Topu şişirmek, topu yağlamak, topu taşımak, formalara nezaret, hep bende idi. Bunun için arkadaşlara bir şey lâzım oldu mu bana:
— Reis bey top nerede? diye alayla karışık sorarlardı. İsmim «reis bey» kalmıştı. Kulüb teşekkül edince bu sefer hakikî reis addedildim ve 1 numara ile kulübe kendimi kaydettim. Galatasarayda 14 sene reislik ettim. Fakat hiç bir defa resmen reis intihab edilmiş değilim. Hiç intihab olunmadan 14 sene reislik ettim. İsmime takılan «reis bey» sözünün kerametinden… Hem bu 14 senede öyle bir reislik, öyle bir otorite ki hiç bir baba evlâdına o derece hükmedemez. İstediğimi kulüpten çıkardım. «Seni çıkarıyorum» dedim mi? Bitti. Küçük bir itiraz bile olamazdı. Hiç unutmam İstanbul şampiyonluğu maçını yapacağımız günü birinci takımın oyuncularından yedisini birden maçtan iki dakika evvel kulüpten çıkardım. Kimse itiraz edemedi. Soyundum, kendim oynadım. Maçı da kazandık.
Fakat tabiî bugün için böyle bir idare tarzına lüzum yoktur.
Bir de bisiklet grubumuz vardı. Bisikletçilerimizin en ileri olanları Anadolu ajansı müdürü Muvaffak, iktisat vekâleti müfettişlerinden Daniş, Tahsin Nahid, Şekib… Bir gün bisikletlerle Büyükdereye gidiyoruz. Arkamızı süvari polisleri takibe başladılar. Nasib adında bir arkadaşımız var. Onun evine girdik. Polisler evi muhasara ettiler. Hatta bir polis her nasılsa eve girdi. Odamızım kapısının önüne çömeldi oturdu. Biz alaya başladık:
— Maşallah efendim., sizi davet eden mi oldu?
Bunun üzerine polisler bize fena halde kızdılar. Alıp karakola götürdüler. Maksadımızın sadece spor yapmak olduğunu anlatıncaya kadar akla karayı seçtik..
(H. F. Es- Akşam Gazetesi, 1936)