Bülent Tuncay – Sadece Şampiyonluğun Kıstas Alınması Sistemi Zehirliyor
Spor Yazarı ve Karar Gazetesi Spor Müdürü Bülent Tuncay ile Türk Futbolu üzerine çok kapsamlı bir röportaj yaptık. Yoğun iş temposu arasında bizi kırmayıp ofisinde ağırladı. Biz sorduk o tüm içtenliği ile anlattı. Galatasaray’ın Tarihini yazdığı kitabı ile başlayıp futbolumuzun içinde bulunduğu durum ile ilgili nokta atışı tespitler yaptı. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Bülent Tuncay ile baş başa bırakalım.
“Benim Galatasaray Tarih Kitapları Dışında Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın Tarih Kitaplarında da Katkım Vardır.”
YILMAZ BEZGİN (YB) – Galatasaray Tarihini yazdığınız kitap ile başlayalım. Kitabı yazma fikri nasıl gelişti?
BÜLENT TUNCAY (BT) – Galatasaray kitabı eski bir kitap, 2002’de yayınlandı.Üzerinden 14 sene geçmiş. Yapı Kredi yayınlarından çıktı. O zaman başında Ömer Kükner vardı. Sporu çok seven, spora çok yatkın olan bir genel müdürdü. O dönem ben Sabah Gazetesinin Spor Müdür Yardımcısıydım. Altan Tanrıkulu, ”Galatasaray-Fenerbahçe-Beşiktaş üzerine üçlü bir seri yapıyoruz Yapı Kredi yayınlarıyla, Galatasaray kitabını da senin koordinasyonunla yapalım” dedi. Tamam dedik ve yola çıktık. Aslında o kitap sadece benim bir eserim değil. O dönem Sabah Gazetesi’nde spor tarihi üzerine araştırmalar yapan çok değerli insanlar vardı ve denk geldi hepimiz aynı yerdeydik. Altan Tanrıkulu’nun koordinatörlüğünde bunu bir araya getirdik. Murat Demiryaz ve Mehmet Durupınar vardı, onlar çok aktif çalıştılar. Bu yoğun çalışma sürecinde başka desteklerde aldık. Ve ortaya ortak bir ürün çıktı. Kitabın üzerinde benim imzam var ama aslında bir ekip çalışmasıdır o. Benim de Galatasaray Tarih Kitapları dışında, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın tarih kitaplarında da katkım vardır. Küçük de olsa ekip çalışması içerisinde Altan Tanrıkulu’nun dağıttığı görevler boyutunda katkılarım oldu. Başucu kitabı oldu hala bana soruyorlar. Yapı Kredi yayınlarında kalmamış. Benden isteyen çok olduğu için depoya gittim ne kadar varsa
almak için ama kalmamış.
YB-Yeni baskı yapmayı düşünüyor musunuz?
BT-Yeni baskı olabilir şuanda böyle bir proje var. Yine Altan Tanrıkulu’nun koordinasyonunda ve ben katılıyorum.
Önümüzde ki sene artık.
YB- Galatasaray tarihi ile alakalı kitap sıkıntısı var piyasada, çok fazla kitap yazılmıyor bu konuda.
BT- Kaynak sıkıntısı yok aslında, en bilinir tarih Galatasaray tarihidir. Fenerbahçe ve Beşiktaş tarihleri ile alakalı, özellikle Fenerbahçe tarihi ile ilgili ciddi soru işaretleri var. 5/6 Haziran 1932 gecesi Fenerbahçe’nin kulüp binasının yanmasıyla 25 yıllık arşivi de yanıyor. Fenerbahçe’nin daha önce kuruluş yıllarına ait çok fazla dökümanı yok. Komşu kulüplerden yani Galatasaray ve Beşiktaş’tan yararlanıyor. Özellikle Galatasaray’dan yararlanıyor çünkü
çok yakın tarihte kuruldular birbirlerine ve birbirleriyle paslaşma halindeler. Arkadaşlar.Fenerbahçe Klübünü kuran üyelerin bir kısmı Galatasaray Lisesi’nde okumuş. Galatasaray Kulübünde oynamış sonra Fenerbahçe’ye geçmişler. Cuma liginde oynayan takımlar bunlar. Müslüman takımlarının oluşturduğu ligde oynuyorlar ve dayanışma halindeler. Şimdi ki gibi bir rekabet yok aralarında. Fenerbahçe’nin tarihi konusunda böyle bir handikapı var ama toparladılar. Çok ciddi araştırmalar ortaya çıktı. Beşiktaş’ın tarihinde, ilk kuruluş tarihi ve şekliyle ilgili soru işaretleri var ama onlar da ciddi dökümana ulaştılar. En fazla döküman Galatasarayda, çünkü okulda kuruluyor. Yani bir yazı kültüründen geliyor, okul camiası tarafından oluşturulduğu içinde kaynaklar mevcut. Bir de o günün insanlarının çok fazla anı kitabı var. Ruşen Eşref’ten Ali Sami Yen’e kadar hepsinin anı kitapları, kaynak kitaplar olarak görünüyor. Osmanlı dönemine ait nüshalarda ve gazetelerde bu rekabeti görebiliyorsunuz. Futbol maçlarına o zamanda ilgi varmış görüyorsunuz. Oradan da takip ediliyor ama tarih daha yeni yeni araştırılıyor. Mehmet Yüce diye bir araştırmacı var. Osmanlıca öğrendi ve Cumhuriyet öncesi Türk Futbolu-Osmanlı futbolu üzerine ciddi araştırmaları var. Oradan da kaynaklar yenileniyor. Yanlış bilinen çok bilgi var, onlar güncelleniyor.
Kulüpler de bir süre sonra kendilerini yenileyeceklerdir. Ama şimdi devasa bir 100 milyon, 200 milyon dolarlık bütçeleri kontrol eden yapılara geldi. Kuruluş zamanlarında öyle değildi. 18-19 yaşlarında gençlerin kurduğu yapılardı aslında bu kulüpler. Fenerbahçe-Beşiktaş-Galatasaray kökleri gençlerin,öğrencilerin ve mahalle delikanlılarının bir araya gelerek kurduğu yapılardır. Sonradan profesyonel sürece geçince bir asır sonra başka noktalara geldiler. Biraz da öyle bakmak gerekiyor. Bugün İstanbul’da ya da Adana, Elazığ gibi yerlerde amatör bir kulübün yapılanması nasılsa 100 yıl önce de bu büyük takımların yapılanması öyleydi. Bu kaynaklardan biz beslendik. TFF kaynaklarında sıkıntı var 80’lerin ortalarından sonra 85-86’dan sonra TFF düzgün bir kayıt sistemine geçiyor. Önceki kayıtlar çok sınırlı ve karışık o yüzden karmaşa çıkıyor. Futbol Federasyonu 1923’te kurulmuş ama
arşivsel anlamda yeterli yapılanma içinde olmamış. Çok ciddi veri sıkıntısı var. Ama artık eski sis perdesi yok. Türk futbolunun kuruluşuna dair öyküler aydınlandı. Biraz kuruluş yıllarının çocukluğu, saflığıyla bakmak lazım. Bugün ise endüstriyel futbol gerçeğine göre hareket eden yapılarla karşı karşıyayız. Önümüzde ki sene kitabın yeni baskısı çıkabilir onun için çalışmalar var ama Türk futbolunun bu iniş çıkışlı halleri dışında bir de kitap kültürünün çok yaygın olmaması etken. Türkiye’de artık ciddi manada eser basılıyor ve okuyucu ile buluşuyor ama spor kitapları çok fazla ilgi görmüyor. Kulüp ünlü bir kulüp olsa bile, yayınevleri de bu yüzden biraz çekimser bakıyor. Ben mesela Trabzonspor tarihini çıkarmak istedim üç yayın evi ile görüştüm üçü de “satamayız” diye basmak istemedi.
“Futbol Seyircisi Bilinçli Tüketicidir. Ne İstediğini Bilir, Gider Alır ve Döner.”
YB- Neden ilgi gösterilmiyor peki sizce? Taraftar profili olmamasından mı kaynaklanıyor yoksa okumaya gerek mi duyulmuyor ?
BT– Taraftar bugün ile ilgileniyor, geçmişin başarılarını duymaktan hoşlanıyor ama bugün ile ilgileniyor. Yani sahayı görmek istiyor. Kanal 1’de iken Dünya Kupası yayınlarının gerçekleştiği 2006’da reyting ölçümleri geliyordu. Maç başlarken reyting 1’di. Maç başlıyor 15-16’ya çıkıyordu. Devre arası yine 1’e düşüyordu. İkinci yarı 18-20, ikinci yarılar daha çok izleniyordu. Ondan sonra maç bitiyordu tekrar 1’e düşüyordu. Futbol seyircisi hep yanlış anlaşılır, tam aksine futbol severler hep küçümsenir. Mizahta da hiçbir şey bilmeyen tipler olarak yapılır ama aslında öyle değil. Futbol seyircisi bilinçli tüketicidir. Ne istediğini bilir, gider alır ve döner. Kitap konusunda maç merkezlidir, basketbol ise basketboldur. Ne istediğini bilir. Bundan dolayı kitaba çok fazla ilgi duyulmuyor. Yani spor kitapları
konusunda Türkiye geride. Futbolu bırakan sporcular otobiyografi yazarlar, yurt dışında çok ciddi okunur ama Türkiye’de kimse yazmaz. Bir gün Skytürk 360’da program yaparken Bülent Korkmaz’a dedim ki, ”Türk futbolunun en önemli isimlerinden birisisiniz bir kitap yazın, hatta ben yardım edeyim ben yazayım.” O da, “Şimdi hangi birini nasıl anlatacaksın, nasıl yazayım” dedi. Türkiye’de Türk futbolunda herkes çok şey yaşar, hiçbir şey paylaşmaz. Kendi camiası içinde herkes bilir, dışarıya anlatmaz. O yüzden kitap yazılmıyor. Çok konuşma vardır, çok şey döner. Bunların bir kısmı sosludur. İçinde çok da bilgi vardır ama somut bir platformda asla dile getirilmez. Doğru düzgün bir futbol adamının bir kitabı yoktur. En azından ben Iniesta’nın ”Cennette Bir Yıl” kitabını okudum, bir sezonu anlatıyor. Bütün kupaları kazandıkları o müthiş sezonu anlatıyor. Aslında hiçbir şey anlatmıyor. Maça nasıl geldik,
kız arkadaşı nasıl yaklaştı, annesinin kız arkadaşı ile maçı izlediğini onun duygularını, soyunma odasında nasıl maça motive olduklarını anlatıyor. Dedikodusu olmayan sadece maça odaklı bir kitaptı. Iniesta’nın kitabını alsınlar önlerine koysunlar ”Cennette Bir Yıl” hani bizim Türk Futbolu’nda ”Cehennemde Bir Yıl” diye çevirelim, bunu yazsınlar
ama yeter ki yazsınlar. Her şeyi yazmak zorunda değilsin işin dedikodusunu, ikili kavgalarını, düşünebiliyor musun 20-25 tane erkeği bir araya topluyorsun ve bir sene boyunca yoğun bir süreçten geçiyorsun. Kavgasız gürültüsüz olmama ihtimali yok. Böyle bir şey olamaz. Hepsi egolu insanlar ve anın heyecanıyla kontrollerini kaybedebiliyorlar neler neler oluyor. Bunların çok azı dışarı sızıyor ve kimsede yazmıyor. Barcelona’nın soyunma odası ile Fenerbahçe’nin soyunma odası farklı mı? Olamaz yani insan anatomisi ve psikolojik yapısı anlamında böyle bir şey olamaz. Sonuçta adam yazabildiğini yazıyor bazıları ise çok daha sert yazıyor. O da var bu da var hangisini istiyorsan. Yeter ki yaz yani Iniesta gibi yaz.
“Galatasaray Şu Anda Ekonomik Olarak İflas Aşamasında.”
YB-Galatasaray ile başladık onunla devam edelim. Galatasaray sezona beklenmedik bir şekilde iyi başlamasına rağmen işler tersine döndü. Bu iyi çıkışı ve devamında gelen kötü ivmeyi neye bağlıyorsunuz?
BT- Şansa ve şanssızlığa. İyi başlaması şanstı fakat devamını getiremedi. Galatasaray’ın kadrosu Avrupa’ya gidemediği için çok ağır bir mali yük altında. UEFA denetimine girdi ve Galatasaray şu anda ekonomik olarak iflas aşamasında. Toparlamaya çalışıyorlar ve ekonomik olarak hareket etme gayretindeler. Bu yüzden tasarruflarını şöyle kullandılar, “Biz futbolcu alırsak pahalı olacak, kariyerli hoca ile anlaşırsak iddialı takım isteyecek, iddialı takımda maliyeti yükseltecek. Bizim kontrol edebileceğimiz daha mütevazi bir hoca takımın başında olsun ve daha küçük bütçelerle bu seneyi götürelim. Zaten Avrupa’da yokuz ona göre ekonomik bir takım ile yolumuza devam edelim. UEFA da bunu bize dayatıyor zaten, 65 milyon euro gibi bir sınır var.” Hamza Hamzaoğlu seçeneği de bunun bir ürünüydü. Jan Olde Riekerink bunun bir ürünü. Riekerink sezonu kupa ile kapatınca bir kredi kazandı. Sempatik bir adam.
Ama Galatasaray burada stratejik bir hata yaptı. Kadro hala iddialı bir kadro. İçinde Podolski, Sneijder, Muslera, Selçuk İnan var ki iniş çıkışları olsa da Türk Milli Takımı’nın kaptanlığını yapmış. Onun dışında kalan diğer futbolcular da diğer milli takımlarında oynuyorlar. Galasaray’ın elinde hala çok iddialı bir kadro var. Küçülmeye gitmek istediler ama sözleşmeleri devam eden futbolcular var. Takım oynar da hoca önemli bir faktör.
Ve Riekerink çok deneyimsiz bir futbol adamı. Kariyersiz veya daha düşük profilli bir adamla anlaşırsınız ama Riekerink tamamen tesadüf ile gelen bir hoca. Birincisi geçen sene Orhan Akın’ın lisansı olsaydı Riekerink diye bir adamı Türkiye tanıyacak mıydı?. Kimse bilmeyecekti. Fenerbahçe’nin altyapısını kim çalıştırıyor. Beşiktaş’ın altyapısını kim çalıştırıyor kimse bilmiyor, Riekerink’i de kimse bilmezdi. Orhan Ak’ın diplomasının olmaması adamın hayatını değiştirdi. Bu kadar basit. Böyle bir adama şimdi http://www.transfermarkt.com.tr de hala ikinci büyük kadroya sahip Galatasaray’ı ekonomik birkaç nedenden ötürü teslim ediyorsunuz. İkinci önemli hata bu adam 53-55 yaşlarında olabilir ama hayatı boyunca altyapılarda ömrünü geçirmiş, üst düzey bir takım çalıştırmamış. Yani hep çocuk ve gençlerle çalışmış yetişkinlerle çalışmamış.Egosu yüksek futbolcuyla karşılaşmamış. Belki de hayatında “merhaba” bile demedi. Sneijder’i yetiştirdi ama çocuk olan Sneijder’i. Üst yapı ile alt yapı çok farklıdır. Ve siz altyapı hocanıza,
“Starlarla dolu bir kadroyu çalıştır” diyorsunuz. Olmaz, olmuyor da zaten. Yedek kulübesinden çıkan isyan ediyor. Böyle bir şey olabilir mi? O teknik adamın kararı, kendine göre bir taktik uyguluyor. Oyuncunun çıkması da taktik gereğidir. Her defasında da sana izah etme gibi bir lüksü yok. Peki neden böyle oluyor? Çünkü futbolcu hocasına saygı duymuyor. Yetersiz ve zayıf olduğunu düşünüyor. Riekerink’le gitmez işin doğrusu bu.
“Bu Tür Krizlerle Karşılaşmamış Nasıl Davranacağını Bilmiyor…”
YB-Peki bir hoca değişikliği bekliyor musunuz ?
BT- Ben bekliyorum devre arasında. Çünkü takımı oynatamıyor. Saha içerisinde kopuk bir oynama söz konusu. Yasin’i, Sinan’ı, Podolski’si, Sneijder’i, Eren’i, Bruma’sı vurucu gücü çok yüksek ama savunması zayıf ve iki taraf arasında ortada o bağlantıyı yapacak bir şey yok. Üretemiyor, çünkü daha önce buna hiç çalışmamış test etmemiş. Başına gelmemiş, bu tür krizlerle karşılaşmamış nasıl davranacağını bilmiyor. Ona yardımcı olacak unsurlar lazım. Bakıyorsun yardımcıları da en az onun kadar tecrübesiz düzeydeler. En azından mesela Fenerbahçe’nin teknik adamı buraya gelmeden önce Hollanda Milli takımının danışmanıydı. En azından antrenörlere danışmanlık yapıyordu. Riekerink’i getiriyorsun madem yanına ya tecrübeli birini koyacaktın ya da danışman olarak yanına birini alacaktın. Adamın danışacağı kimse yok. Kendi acemiliğini test edebileceği bir adam yok.
YB-Peki devre arası sizce kim getirilebilir ?
BT-Biz bunu düşündük biraz aslında. Fatih Terim seçeneğini. Yani hem Milli takım hem de Galatasaray’ı çalıştırabilir. Biliyorsunuz Milli takıma gidişi de böyle bir espriden olmuştu ve o dönem başkanı ile olan diyalog yüzünden bu proje gerçekleşmemişti. Bu sefer tersi olabilir ama Fatih Terim eski gücünde değil yani bundan beş sene önceki Fatih Terim olsaydı bu proje hayata geçerdi. Ama şimdi o da çok yara aldı, o yüzden girer mi girmez mi düşük bir
ihtimal.
“Fatih Terim Eski Gücünde Değil…”
YB- Giderken ”Artık geri dönersem başkan olarak dönerim” demişti Fatih Terim, ben öyle bir açıklamasını hatırlıyorum sanki..
BT- O iş o kadar kolay değil. Ama o kızgınlık anında başkana olan sinirden dolayıda kaynaklanmış olabilir. Ama şuanda konjöktür ondan uzaklaşıyor. Ben süper lig düzeyinde çalışmış ama transfer istemeyecek Hamza Hamzaoğlu gibi Tugay Kerimoğlu gibi bir ismin veya Suat Kaya gibi bir ismin gelebileceğini düşünüyorum. Çünkü yolun yarısında gelen teknik adamın Galatasaray’ı Türkiye’yi tanıma zorunluluğu var. Hiç bilmeyen bir adamı getirirseniz tanıyana kadar lig biter. O yüzden tanıdık bir isim gelir.
“Türkiye’nin En Sabırsız Camiası. Ama Muharrem Usta Gibi Bir Şansı Var.”
YB- Trabzonspor, son yıllarda 60’ın üstünde futbolcu aldı ama verim noktasında sıkıntı çekti. Ersun Yanal gitti geldi. Başkan değişti ve şuan ki yapı da dikiş tutmuyor ve hala transfer isteniyor. Trabzonspor’un durumunu nasıl görüyorsunuz? Kurtuluş reçetesi nedir ?
BT- Onun kurtuluş reçetesi aslında şuanda pek mümkün değil. Çünkü 83 yılından beri şampiyonluk alamadı yani ihtilaflı bir kupa iddiaları var ama oradan bir şey çıkmayacak gibi duruyor. Biz reel üzerinden gidelim. Ama 83’ten beri şampiyon olamamasına rağmen manşetlerde yerini koruyor ve gündemde. Bu camianın büyüklüğünü gösteriyor. Trabzonspor’un büyüklüğü kupa büyüklüğü değil. Kupalarla büyüdü ama büyüklüğü bu değil. Ama şöyle bir gerçekte var endüstriyel futbol makası açtı. Beşiktaş bile bu son 10 senede Fenerbahçe ve Galatasaray’ın arayı açmış olmalarına daha yeni refleks gösterip tepki koyuyor. Geçen sene şampiyon olabildi. Beşiktaş bile Galatasaray ve Fenerbahçe’nin endüstriyel futbol yüzünden açtığı makası kapatamıyorken, Trabzonspor’un bunu kapatma şansı çok yüksek değil. Biraz sabır gerekiyor. Proje lazım ve bu proje ekseninde hareket etmek gerekiyor ki bu da camiayı sinirlendiriyor. Türkiye’nin en sabırsız camiası. Ama Muharrem Usta gibi bir şansı var. Bu sene kümede kalma mücadelesini zor verirler gibi geliyor bana. Ama Muharrem Usta sistemi kurar, 5 seneye toparlanır 10 seneye de şampiyon olabilir. Ama Trabzon, Karadeniz ovaları gibi bir anda coşuyor, bir anda duruluyor. O coşma sırasında da yakıp yıkıyor. Trabzonspor çok önemli adımlar attı. Statların açılması kulüpleri uçurdu. Stadını açan takım maddi olarak rahatladı. Trabzonspor’un yeni stadı da ayrı bir hava getirecektir. Biraz sabır gerekiyor. Trabzonspor bir kere şampiyonluk parolasıyla başlamasın. Realist yaklaşsın birinci hedef Avrupa ve yeni yapılanma. Eskiden Türkiye’de kalkınma planları vardı ikinci 5 yıllık falan diye devam ederdi. Trabzonspor’un da kendine 3’er yıllık kalkınma planları oluşturması lazım. Bir kere üreten bir coğrafya. Sporcu üretiyor. İkincisi Karadeniz’de ki takımları da güçlendireceksiniz futbol olarak. Bütün Karadeniz’i futbolcu fabrikasına çevirip hepsinin kontrolünü de yapacaksın. Bu tür projelerle Trabzonspor’un toparlanması lazım. Tabzonspor’un şampiyon olduğu dönem 16 takım vardı. Ligde 7-8 tanesi Karadeniz takımıydı. Birbirlerini tanıyorlardı. İklim olarak zorlanmıyordu, kültür olarak
zorlanmıyordu. Trabzon ayrıca bu uzun politikada hem kendi güçlenmeli hem de diğer takımları da yükseltmeli. Ligi Karadeniz ligine dönüştürmezse Trabzonspor’un şansı yok. Transferle işi çözemezler zaten onların yaptığı çılgınlıktı. Kendi öz kaynaklarını maksimum düzeyde kullanmalıdır. Gerçeklerle hareket etmeli, fabrika ayarlarına geri dönmeli Trabzonspor.
“Başakşehir Seyircisiz Bir Takım..”
YB- Bizim ligimizde ara ara yükselen takımlar oluyor. Örneğin Sivasspor vardı bir dönem, Bursaspor şampiyonlukla taçlandırdı. Bu yıl Medipol Başakşehir, ligin yarısı geride kalmışken ciddi bir şekilde yollarına devam ediyorlar ve zirveye sıkıca tutunmuş durumdalar. Başakşehir ve Abdullah Avcı’nın bu başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz ?
BT- Çok doğru bir modelleme, Başakşehir her şeyi çok doğru yapıyor. Statlarını kurdular, altyapılarını oluşturdular, doğru transferler ile devam ediyorlar. Ayaklarını yorgana göre uzatıyorlar. Yanlışları yok ama çok önemli bir eksikleri var; tecrübe ve seyirci. Bu ikisinin varlığı zaten şampiyonu belirler. 30. haftaya siz orada girebiliyor musunuz? O zamana kadar ben orada olacağını zannetmiyorum. 30. haftaya kadar bir keresinde Kocaeli girdi,
onlarda seyirci vardı. Seyirci seni daha da ileri ki haftalara atar. Ama Başakşehir seyircisiz bir takım üstelikte kadro derinliği anlamında sıkıntıları var. Tecrübe eksikliği var o yüzden ben 30.haftada Başakşehir’i zirvede görebileceğimizi zannetmiyorum. Ama güçlü bir başkanı var. Aynı zamanda Kulüpler Birliği Başkanı ve Büyükşehir Belediye Başkan Yardımcısı ve Türk futbolunu çok iyi bilen biri. İkincisi ise, Türkiye’de ki en istikrarlı teknik adam. Abdullah Avcı kadar uzun soluklu görev alan teknik adam yok şuanda. İstikrar da başarıyı getirir ve bu doğrular sizi her zaman sürecin içinde götürür ama şampiyonluk zor. Yeni bir Leicester City olur mu? Bence olmaz. Üstelikte iki tane rakibin var. Hem Fenerbahçe hem Beşiktaş. Galatasaray’ın durumu
ortada. Beşiktaş sistem takımı, Fenerbahçe yıldızlar topluluğu. İkisinin birden her şeyi kötü gidecek senin her şeyin iyi gidecek Galatasaray da yarıştan çekilecek aradan geçeceksin. Çok kolay görünmüyor, iyi futbol oynuyorlar ama motivasyonlarını daha ne kadar sürdürürler çok emin değilim yani o konuda biraz beklemek lazım ve aslında bu sorunun cevabı tam olarak 20. haftada verilebilir.
“Aykut Kocaman,Erdemli Bir Adamdır Orta ve Uzun Proje Adamıdır. Bence Şu Dönemde Türk Futbolu’nun İhtiyacı Olan Böyle Adamlar..”
YB- Aykut Kocaman, bir açıklamasında sezon başı Fenerbahçe’den teklif aldığını ama Konyaspor’un onun tüm isteklerini yerine getirdiği için bırakıp gelmek istemediğini söyledi. Sonuçta Fenerbahçe’den teklif almak çok büyük bir olaydır ama Konyaspor’u bırakmayıp kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
BT- Profesyonel dünyada bazı teklifler vardır ama çoğu hoca bunu böyle algılamaz. Belirli şartların olmasını ister. Mesela Abdullah Avcı’yı da zamanında Galatasaray istedi ama 6 maçlığına istemişti henüz Milli takıma gitmeden önceki dönem o da reddetmişti. Bazı teknik adamlar şartların daha uygun hale gelmesini beklerler. Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’yi reddetmesi lüks görünüyor. Fenerbahçe’nin sembol hocalarından biri böyle bir teklif alıyor. Niye reddetti önce bunu irdelemek lazım. Bir dilinin söylediği gibi “Konya’ya sözüm var bırakmam.” İkincisi ise, kalbinin söylediği “Aziz Yıldırım var gidemem” Bu faktörler de var. Sonuçta aynı açıklamada geçiyor ”Aziz Yıldırım, ‘Ben olduğum sürece Aykut Kocaman bu kapıdan giremez.’ demiş ve ben çok üzüldüm” diyor. Böyle bir başkan modeli ile çalışmak onu yıpratmış ve belli ki aynı süreçleri yaşamak istemiyor. Aykut Kocaman, erdemli bir adamdır orta ve uzun proje adamıdır. Bence şu dönemde Türk futbolunun ihtiyacı olan böyle adamlar. 1 Kasım ile 1 Ocak arasında futbol kulüpleri yüzde yirmi içeri girdi. Çünkü her şey Euro’ya göre. Türk ve yabancı topçulara böyle para veriyorsun. Senin gelirin sabit ama giderin yüzde yirmi arttı. Çok ciddi bir darbe yedi Türk futbolu. Mesela seneye yapılacak yayınlar üzerinde yüzde 40 daha fazla kazanacak kulüplerin yarısı daha bir ayda gitti. Birde kur sabitleme var ki yarısını Türk Lirası ile yarısını Euro ile verecekler. Kulüpler uçurum kenarında hatta bir ayakları uçurumun kenarında sallanıyor.
YB- Türk hakemlerini nasıl değerlendirirsiniz?
BT- Hakemlik zor. Yani Türkiye’de futbol zor çünkü. Bir kere sahalar çok iyi değil. İki üç yerde spiker “ok güzel bir zemin var” der. Bu sarfedilecek bir söz müdür? Arabaya bindiğinizde birinin çok güzel lastiği var demesi gibi. Olması gereken bir şey aslında ama olmadığı için bunlar zikrediliyor. Böyle bir gerçeğimiz var. Mesela sizde lüks bir araç var ama girdiğiniz yol köy yolu, sıkıntı yaşarsınız haliyle. Türkiye’de zeminler çok kötü. Örneğin Beşiktaş’ta 3 tane futbolcu çim yüzünden sakatlandı. Böyle bir zeminde yanıltıcı birçok şey yüzünden kararlarda sıkıntı yaşanabiliyor. Futbolcular da art niyetli, sürekli hakemi aldatmaya çalışıyorlar. Bir de büyük bir kamuoyu baskısı var. Sosyal medya bu baskıyı arttırdı. Kulüpler hakemlere karşı çok hoyratlar, insafsızlar. Kendi günahlarını da onlara yüklüyorlar. Hakemler bizim futbolumuzun günah keçileri. Şunu söylemek lazım hakemlerin gelişimi konusunda sıkıntı var. Aslında hayal gibi bir şey. Cüneyt Çakır, Fırat Aydunus, Hüseyin Göçek’i Avrupa kupalarında çok sık görüyoruz.
İyi maçlar da yönetiyorlar. Özellikle Cüneyt Çakır. Bu hayaldi yani, Türk Futbol hakemliği altın çağını yaşıyor. Ama gel burada bizim millete sor, öyle bir çağın yaşandığını kimse hissetmiyor. Fark burada işte, futbola olan bakış açısından ve bu hoyratlıktan. Ben hakemlere yapılanı haksız buluyorum. Fauller çok, karşılıklı atak söz konusu olamıyor. Bu da oyunun akıcılığını sarsıyor. Üstelik hakemler de artık çok koşuyor. Ortalama 10 km koşan
futbolcular var artık takımlarda. Hakemlerin koşularını ölçmediler henüz ama 13-14 km vardır yani hem efor sarf ediyorsunuz hem de yönetiyorsunuz ve büyük bir baskı altındasınız bu hiç kolay değil. Hakemlere çok büyük haksızlık yapıldığını düşünüyorum. O yüzden ben hakem eleştirisine çok iyi bakmıyorum. Ama hakemlerimizin durumu daha iyi olabilirdi.
YB-Profesyonel hakem olayına bakışınız nedir ?
BT- Deneme, test yapılıyor şuanda. Doğru gibi görünüyor ama bir artısını göremedik. Var mı profesyonel hakemlik? Biz henüz hissedemedik. Bu soruyu onlara sormak lazım aslında. Ne değişti diye?
YB-Yani bununla amaçlanan neydi aslında ?
BT- Günümüzde futbol çok hızlandı. Beşiktaş’ta efsane kaptan Ulvi’nin bir röportajı vardı. Şöyle diyordu, ”Ben çok istikrarlı bir futbolcuyum bir senede 30 maç oynarım.” O zaman 16 takım 15 maç oynuyor. Avrupa’da zaten iki maç oynuyorsun eleniyorsun. Türkiye kupasında iki maç oynuyorsun. Şimdi günümüzde 30 maç oynayanı satıyorlar.
Kadroda tutmuyorlar. 50 maçın altına inmiyor büyük kulüpler iki katı şimdi, bu hakem için de geçerli. Sürekli maç var ve günlere yayıyorlar. Lig maçları 4 güne, Kupa ve Avrupa maçları 3 güne yayılıyor, boşluk yok neredeyse. Bu yoğun trafikte diyelim ki hakem öğretmen, izin alacak mesela, Özgür Yankaya üzerinden gidelim onu Kars’ta ki maça verdiler ya da Diyarbakır’a verdiler nasıl gidecek? Edirne’den uçak yok İstanbul’a gelecek.
Oradan Erzurum’a oradan da kara yoluyla geçecek. Bir de maç yönetecek ve geri evine dönecek. Üç gün yol yani. Birde kupa maçı var, Avrupa’yı saymıyorum bile. Fifa kokartlı olanları saymıyorum ve bir üç günde öyle gitti altı gün. Nerede ne zaman öğretmenlik yapacak. Yani sistem doğru bir sistem mesleğini yapamaz hale
getirdi. Buna göre de hakemlerin değişim sağlaması gerekiyor. Proje doğru ama uygulamanın yararlarını daha göremedik. Riva da toplanıyorlar ama Riva toplama kampı mıdır nedir bilmiyorum? Daha hakemler rahatlayamadı.
“Türkiye De Oynanan Maçların Kalitesi Düşük.”
YB- Son olarak taraftar açısından Türk futbolunu değerlendirecek olursak, sanki eskiden daha çok coşkuluydu. Aslında Beşiktaş’ta bu sezonda diğer takımlara nazaran coşku var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
BT- Taraftar mutlu olmak ister. Stada niçin gider? İyi futbol izlemek ve mutlu olmak için. Bunun tersi durumlar da var. Maçı izlemeyen sadece tezahürat yapmaya, kendini rahatlatmaya giden ya da hayatta ki yenilmişliğinin çöküntüsünü tuttuğu takımın galibiyetine kıyaslayanlar da var. Genel olarak kaliteli futbol izlemek ve
kazanmak ister. Türkiye’de oynanan maçların kalitesi düşük. Müthiş bir mücadele var, buna hiç itirazım yok. Belki de Avrupa’nın en çetin ligi ama kalite düşük. Stada gitmek yoruyor. Futbol sever için söylüyorum statların etrafında sosyal eğlence yerleri yok. Taraftarın rahat vakit geçireceği yerler neredeyse yok. Taraftar için bir handikap var onuda söylemeden edemeyeceğim. Alkol problemi var. Taraftarların gece maçlarında alkol hortladı. Eskiden böyle bir şey yoktu. Bir kısım taraftar aşırı alkolle geliyor. Yani Avrupa da statların içinde bira satılıyor, alkol oranı düşük bira satılıyor oralarda. Türkiye’de bunun çok üstüne çıkarılıyor ve bundan dolayı da birçok olay çıkıyor. Buna bir formül bulunması gerekiyor. Alkolü yasaklayamazsın ama belli bir düzeyin taşkınlık yapacak, kendini kaybedecek insanlarını statlara almamak gerekiyor. Ayrıca kulüpler bu konuda çok tembel. La Liga’da tribünlerin yüzde yetmiş beşini dolduramayan kulübe para cezası kesilmeye başlandı. Kulübün sorumluluğunda, “Sen taraftarlarını getiremiyorsun bu nedenle havuza para atacaksın.” Doluluk oranı yüzde ellinin altına düşerse iki katı ceza veriyor. Türkiye’de böyle bir sorumluluk yok. Kulüplerin umurunda bile değil taraftar gelmiş gelmemiş, taraftara sadece para olarak bakıyorlar. Yani süt alacak inek olarak bakıyorlar taraftarlara. Bu bakış açısı yanlış. Kampanyalar düzenleyeceksin, gençleri çağıracaksın onlar senin potansiyel taraftarların. Gerekirse ücretsiz getireceksin ki, statlara alışsınlar.
Zaman zaman yapılıyor ama devamı gelmiyor. Bizim memleketin en büyük problemlerinden biri istikrar ve devamlılık problemi. Genel sıkıntıya dönecek olursak taraftar probleminin değiştiğini görüyoruz. Eskiden tribüne daha hırçın bir kesim gelirdi, bir de futbol oynayan kesim gelirdi. Şimdi herkes geliyor. Fenerbahçe bunu gerçekleştirdi. Tribüne gittiğinizde kadınlar da var aileler de. Sevgilileriyle insanlar geliyor. Diğer takımlarımızda da başladı bu değişim süreci. Bana göre taraftar profili olumlu yönde değişiyor. Bir de insanlar artık maça gitmek için ciddi paralar veriyorlar ve karşılığını görmek istiyorlar. Kulübün karşılığı nedir jestler ve biletini aldığın koltuğa oturabilmek. Feridun Düzağaç’ın bir yazısı vardı TT Arena’ya gitmişti. Hürriyette yazarken diyor ki, ”İnsanın biletinin üstünde yazan koltuk numarasına oturması çok değişikmiş.” Bizde ya şampiyonluk var ya da hüsran. İkincilik başarı olarak kabul edilmiyor. Yani teraziye 1’i koyarsın diğer tarafına 17’yi koyarsın o 1 numara diğer 17’ye ağır basıyor. Buda çok sağlıklı bir bakış açısı değil. İkincilik de yerine göre başarıdır. Onu kabullenmek ve böyle bakmak gerekiyor. Şampiyonlar Ligi seçeneği de var artık 3. için. Bu da yerine göre başarıdır. Bizde tek hedef var
o da büyük bir baskı yapıyor ki aslında tüm sistemi zehirliyor. Sadece şampiyonluğun kıstas alınması sistemi zehirliyor.
Röportör : Yılmaz Bezgin
Editör: Müge Hatice Yönter