Aziz Yıldırım ve Trabzonspor!

Aziz Yıldırım’ın Türk futboluna kötü bir mirası var; o da hakemlere yönelik tarzı.
Yakın geçmişte beğenmediği hakemi soyunma odası kapısında karşılar, kendince ayar verirdi…
Örneğin, 2006-07 sezonunda bir Beşiktaş derbisi sonrası hakeme ağır şekilde hakaret ettiği için bir yıl ceza almıştı. Sonra aynı gerekçeyle defalarca canı yandı.

Felaket senaryosu

Şimdilerde hızı kesilse de, yarattığı rol modeli ne yazık ki, diğer başkan ve yöneticilere örnek olmaya başladı. Adı da ilginçtir hep “hak aramak” oldu!
Salı gününden beri Trabzonspor başkanı ve yöneticilerinin aldığı ağır cezalar konuşuluyor. Tahkim Kurulu bozmaz ise, tarihe ibretlik bir not olarak düşecek hepsi.
Tabii ülkenin Cumhuriyet savcıları harekete geçip, 6222 Şiddet Yasası hükümleri gereği dava açıp, daha ağır yaptırımlar talep etmez ise…
Aslında Trabzonspor için çok daha büyük bir felaket senaryosu kapıda bekliyor.
İbrahim Hacıosmanoğlu’nun başkanlığı bırakması bile, senaryonun temel kurgusunu değiştirmeyebilir.
Sonuç? Ülkenin dört büyük kulübünden biri iflas bayrağını çekebilir! Şaka değil. Şeytanın avukatlığını da yapmıyoruz.

Yaptırımlar sırada

Rakamlar ortada. Borç 400 milyon sınırına dayanmış. Bunu karşılayacak düzenli bir gelir yok. Ödeme kalemi ise çok.
Son iki yılda yapılan transferlerin yarattığı bütçe, “kırmızı çizgiyi” aşmış durumda. Teminat gösterilecek bir tek stat vardı, o konuda da ciddi iddialar gündemde!
Borçlanacak banka kalmadı. Futbolcu alacakları sıkıntı. Özellikle yabancıların durumu kritik. Kimse dünyanın öteki ucundan “Trabzonspor sevdalısı” olduğu için gelmedi.
Belirlenen sürede parasını alamazsa, doğru FİFA’ya. Hem sözleşmesini tek taraflı feshedebilir, hem de kontratında yazan parayı faiziyle tahsil edebilir.
Sonrası daha vahim. UEFA ve Türkiye Futbol Federasyonu yaptırımları sırada!
Mali fair play kuralları gereği, Avrupa’dan men, transfer yasağı, puan silme…

Taş o kadar ağır ki

Dahasına dilimiz varmıyor! Dahasını yakıştıramıyoruz böylesi büyük bir camiaya…
Bu karmaşada, yıllardır kötü yönetilen Trabzonspor olağanüstü genel kurula gidecek.
Artık kimin ne kadar ceza aldığını tartışmak yerine, Trabzonspor’un nasıl düzlüğe çıkacağı üzerine kafa yorup çözüm üretilmez, çok acil maddi kaynak bulunamazsa, ister Hacıosmanoğlu, ister başkaları olsun… Taş o kadar ağır ki! Elini koyan, kolunu yitirebilir… Daha kötüsü ne olabilir?..

Ödeyin o zaman paraları!..

İnsanlar günlerdir aynı şeyi soruyor.
Trabzonspor Başkanı ve yöneticilerine verilen tarihi para cezalarını kim ödeyecek? Yazılı kuralı, talimatı yok. Futbolun kendi geliştirdiği içtihat var; kulüp öder!
Bugüne dek elini cebine atıp, “Suçluyum, kulübümü zarara sokamam” diyen yönetici görmedim ben. Varsa özür dilerim kendisinden!
Dolayısıyla fatura yine kulübün önüne konacak, tahsilat yayın ve isim hakkı gelirlerinden yapılacak.
Meteliğe kurşun atıldığı bir ortamda, sorumsuzca ve öfkeyle yapılmış eylemlerin 2 milyon liranın üzerindeki bedeli bordo-mavili kulübün kasasından ödenecek.
Ne âlâ değil mi?..
Aylar önce yazmış ve TFF’ye naçizane bir öneride bulunmuştuk. “Sezon başında kulüplerin ‘akreditasyon’ listesini alırsınız. Bunlardan şahsi çek veya teminat mektubu istersiniz. (Nasıl olsa hepsi iş adamı!) Örneğin, süper ligde galibiyete ne kadar veriliyor? 1 milyon 100 bin lira. En azından onda biri kadar miktarı her yönetici için ayrı ayrı bloke eder, ceza alırsa keser, lig bitince kalanı geri verirsiniz. Hükmü de “akreditasyon talimatına” bağlar, cümle aleme ilan edersiniz.”
Ne acıdır ki, Türk futbolunda en kolay iş kulüp başkanı ve yöneticisi olmak. Sıfırdan statü edinmek, sonra esip gürlemek.
Zaten sıkıntıların temelinde bu tarz yöneticilik yatmıyor mu?
“Kulübüm için yaptım, gerekirse hapis yatarım, bedeli neyse öderim” gibi safsatalar prim yapmıyor artık. Bir kere de ödeyin, görelim o zaman!

———

Ağlama değmez hayat!

Hakemliği ağlayarak bırakan Deniz Çoban’ın yeni uğraşı belli olmuş, Spor Yazarlığı!
Bu ülkede en kolay edinilen kartvizitlerden biri haline geldi, güzelim mesleğim. Futbolu bırakan ya ekrana, ya gazete sayfalarına balıklama atlıyor artık. Teknik direktörlere ise geçici “iş kapısı” medya.
Hakemlik için de öyle. Süper Lig’de maç yönetebilmek için 20 yıllık bir deneyim ve birikim gerekirken, “Spor yazarı” olabilmenin koşullarını popülarite belirliyor günümüzde. Vasat bir hakem bile gündemin parçası haline geliyorsa, kapılar açılıyor girenin niteliğine bakılmaksızın.
Kızıyor muyum?…
Yoook… Bir haftadır hiçbir şeye kızmıyorum artık!
Kafaya takmıyorum genel yozlaşmışlığın, mesleğimizin kılcal damarlarına nüfuz etmesine.
Sadece üzülüyorum; bir gün bizim de başımıza gelecek işsizliğin ardından, zor koşullarda yaşam savaşı veren gerçek gazeteci ve spor yazarlarının çektiği çileye.
Sistem tükürüp atıyor hazmedemediği emekçileri, bir daha geri almamak üzere… Meydan eski futbolcuya, hakeme, teknik direktöre, kıymeti kendinden menkul futbol yorumcularına kalmışken; ortalık, hayatında haber dahi yazmamış ama yakasına “gazeteci” unvanını yapıştırmış meslek erbabı ile (!) doluyken, niçin kafaya takayım, niçin üzüleyim?..
Devir, tuzsuz aşım dertsiz başım devri değil mi? Dokunma o zaman etliye, sütlüye!..

CEMAL ERSEN- MİLLİYET

Önceki İçerikBeşiktaş’dan iddialara net yanıt: Çarşı’yla sorunumuz olmaz!
Sonraki İçerikGalatasaray Kulübü, Muslera haberi üzerinden yazılı basın ve internet medyasını eleştirdi…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz