Gazetelerin spor servisleri, maç geceleri bildiğiniz arı kovanıdır. “Maç bitti-sayfa gitti” baskısı nedeniyle zamanla yarışın olduğu bir zaman diliminde editörlerin ve sayfa sekreterlerinin en sevmedikleri durum “Son dakika golleri”dir.
Tuttuğunuz, gönlünüzün sultanı takımın maçı olsa bile sevdiğinizin skoru değiştirecek gol atmasını istemeyeceğiniz anlardır bu. Skorun 1-0’dan 1-1’e gelmesi ya da 1-1’den 2-1’e dönmesi demek, başta köşe yazıları olmak üzere maç bitmeden “bağlanan” sayfaların yeni baştan elden geçmesi demektir. Matbaalar, beklettikleri taşra baskılarını döndürmek için dakikaların, saniyelerin hesabındadır çünkü taşraya çıkacak gazete kamyonları beklemektedir. Koca bir sistem, sizin sayfayı göndermenizi beklemektedir.
Ve o gerilimli anlarda tuttuğunuz takımın skoru değiştirecek, puan ya da puanlar getirecek golü atmasını bile istemezsiniz. O anların ruh halini varın siz düşünün.
Devrim ağabey (Sağıroğlu) ile küslüğümüz işte böyle bir maç gecesinde başladı. Daha doğrusu onun küslüğü.
Çok titizdi. İş konusunda… Haber konusunda… Her konuda… Ve Türkçe konusunda… İmla kurallarını yazının omurgası kabul ederdi.
Hürriyet’in Ankara Spor Büro Şefi olan Devrim ağabey, Trabzonspor’u takip ederdi aynı zamanda.
Devrim ağabeyin “yazıları” konusundaki hassasiyetini bilen Nezih Alkış da “okur-yazarım” diye genelde onun yazılarını bana aldırırdı. Ya da Sağıroğlu’nun şerrinden korkan diğer arkadaşlar; Bülent Boğ, İlker Kılıç, Sıddık Turgut, hatta Ayhan Yılmaz beni bu şekilde gazlarlardı, artık orasını bilemiyorum.
Maçın 65.-70.dakikalarında başlayan, 80.-85.dakikalarda bağlanan maç yazılarıydı bunlar. Bir Trabzonspor maçının tenkidiydi verdiği yazı. Stattaki gazeteye ait telefondan verdiği (cep filan hak getire, doğal olarak laptop da yok) yazıyı, bir başka arı kovanı halindeki spor servisinde eksiksiz almaya çalışırdık.
80. dakika civarında yazısını tamamladı. Ben de sayfanın diğer haberlerine odaklandım. Ama o son dakika golleri yok mu, spor gazetecisinin kabusu, işte onlardan biri oldu. Ve masa telefonum acı acı çalmaya başladı. Devrim abiydi arayan. Skor değişmiş, haliyle yazdığı yazı da dakikalar içinde “eskimişti”.
Maçı değerlendiren köşe yazısının üzerinden geçtik, gerekli düzeltmeleri yaptık. Devrim ağabey, yazdırırken noktalama işaretlerini de söylerdi. “Trabzonspor bu akşam çift tırnak aç, kabusu yaşadı tırnağı kapa virgül…” şeklinde devam ederdi telefon trafiğimiz…
“Üzerinden geçilen” bu yazıyı da alel acele gönderdik, baskıya yetişmesi için. Ve Devrim ağabeyin bütün “yazıyı bırakmama” gayretine (!) rağmen baskıya yetiştirmiştik.
Ama baskıya yetişen yazıda bir hata vardı. Evet, Devrim ağabeyin edebi bir eser olarak da gördüğü köşe yazısı hatalı çıkmıştı. Ve kıyameti kopardı. Nezih Alkış’a veryansın etti, bana sitemlerini iletti, hatta kızdı, hatta aylarca konuşmaktan kaçındı, beni cezalandırarak beni yazılarını almaktan mahrum bıraktı.
Yetmedi…
Okurlarına da mahçup olmuştu. Nezih Alkış’ın direncini de kırarak bir özür yazısı kaleme aldı. Ve beni hedef alan, okurlardan özür dileyen yazısını sayfaya koydurdu.
Devrim ağabeyle ilişkimizin düzelmesi aylar aldı. Onun beni özensiz biri olarak algılamaya başlaması, benim gençliğin de verdiği o dönemki hırçınlığım sebepti bu sürenin bu kadar uzamasına yol açan.
Sonra cezam bitti ve yazılarını yeniden almaya başladım!
Neydi onu küplere bindiren, düzeltme yazısı içeren yeni bir makale almasına yol açan hata, biliyor musunuz?
Virgüldü.
Bir virgül.
3000 vuruşluk köşe yazısında koymadığım, atladığım bir virgül…
Bugün, gazetelerdeki, tv’lerde geçen altyazılardaki hataları her gördüğümde Devrim ağabey aklıma gelir. Onun, gençliğimde abartılı bulduğum titizliği… Ve her harf hatasında, imla yanlışında, cümle düşüklüklerinde acı acı gülerim…
Farklı adamdı… Zor adamdı… Ama adamdı…
Senin bana küstüğün yaştayım ve sanırım şimdi seni anlıyorum…
Başın sağ olsun spor basını…