Futbolda yaşanan sert rekabet, yönetici ve teknik direktörlerin sorumsuz davranışları Türk futbolunu kaosa mı götürüyor? Tayfun Öneş, Futbolmedya.com için yorumladı:
Geliyor (mu) Gelmekte Olan?
Bence evet! Maalesef evet!
Nedir gelmekte olan?
Bir gün bir futbol maçı bahanesiyle onlarca, belki de yüzlerce insanımızın telef olacağı bir faciadan bahsediyorum. Bunu öngöremeyecek kadar kör müyüz? Yoksa ne olursa olsun, olaylara sadece ve sadece kendi açımızdan veya tuttuğumuz takımın menfaatleri penceresinden bakacak kadar bencil ve vurdumduymaz mı?
Bu gidişatın en büyük sorumlusu da yaptıklarıyla (ve bir türlü yapamadıklarıyla) kulüp başkanları ile yöneticileridir. Her maç sonrası -hatta bazen öncesi- ateşli demeçlerinde taraftarlarına yaranmaya ve güya bir sonraki maçta olası puan kaybını engellemeye çalışırlarken bir gün sebebiyet verecekleri büyük infialin farkında değiller (mi?)
Futbolcularla teknik adamları bu anlamda yöneticilerden ayrı kefeye koyuyorum. Maç sırasında rakibiyle kora kor mücadele ederken adrenalin taşmasından ve stresten söylenmeyecek sözler sarf eden, rakibine adeta tekme tokat giren futbolcuların kusuru farklı.
Teknik adamların da öyle… Örneğin futbolculuk zamanlarından hep yüksek tansiyonlu hatırladığımız Emre Belözoğlu’nun son demeçlerini de çok talihsizce ve yanlış sorumluluk duygularıyla söylenmiş buluyorum. Neyse ki, o da yöneticiler kadar etkili konumda değil. Bilmeyenler için özetleyelim: Birkaç hafta önce sahaya inip hakemi yumruklamış ve bu yüzden tutuklanmış bir kulüp başkanının altında çalışan Emre, başkanı içerden çıkalı topu topu 1 hafta olmuşken susmak yerine kinayeli kinayeli “biliyorsunuz hakemlerin dokunulmazlığı var” dedi, diyebildi. Kendisi yumruğu dokunmak kategorisine sokmuyor olabilir ama çok abesti bu sözleri. Sonra birileri bu cümlenin en azından zamanlama olarak abesliğini ona hatırlatmış olmalı ki, dün okuduğum son demecinde bu konuda aldığı pozisyonla ilgili olarak kendince savunmaya geçmiş. Emre’yi o garip ve vahim olaydan sonra annesi aramışmış ve “başkanına destek olmalısın” demişmiş. Annesi bunu isteyince de bu konuda alacağı tavır netleşmişmiş, başka bir şekilde davranamazmış. Bu açıklamasını okuyunca bir spor muhabiri olup o an Emre’ye şu soruyu sormayı o kadar istedim ki! : Sayın(!) Belözoğlu, anneniz bir gün size “oğlum, gönlün Fenerbahçeli olabilir ama aslında sen, seni yetiştiren ve Türk futboluna kazandıran takımı tutmalısın” deseydi, onu dinler miydiniz?
Neyse, dönelim asıl konumuza: yıllardır adım adım yaklaştığımız toplumsal infiale ve yöneticilerin tutumuna:
Türkiye ‘de son zamanlarda herkes gergin ve hepimiz patlamaya hazır birer bomba gibiyiz. Bunun için İstanbul trafiğinde çok değil birkaç saatlik bir gezintiye çıksanız görüyorsunuz. Herkes birilerine küfretmek veya saldırmak için bahane arıyor ya da sinmiş sessizce işini halledip bir an önce fanusuna girmek için eve koşturuyor. Eve girince de bitiyor mu ki? Yorganı kafamıza kadar çekip yatağın içine falan saklanmadıkça mümkün değil huzura, sükunete kavuşmak. Ya apartmanda bir bağırış – çağırış var, ya da bu hayat pahalılığında tek eğlencemiz olan televizyonda. Açın TV’yi, bakın dizilere… Sevgiyi, hoşgörüyü, ahlâklı olmayı, olumlu duyguları pompalayan bir tane yerli dizi var mı? Herkes birbirini ya yumrukluyor ya damarları yanaklarından fışkırırcasına yüz ifadeleriyle bağırıyorlar hatta bellerinde taşıdıkları silahları çıkartıp birbirlerini vuruyorlar. Üstelik bunların hiçbiri mafya dizilerinde falan değil; aile dizilerinde oluyor (konusundan geçtim, adı bile ‘aile’ olan dizilerde hem de…) Toplum bunu istiyor(muş!) reyting bunlarda(ymış).
Sinirlendiniz diyelim; dizileri seyretmek istemediniz; yarışma programlarına baktınız… En basit yemek yarışmalarında dahi en gergin ifadelerle bir bağırış-çağırış, bir hakarettir gidiyor. Sarmadı mı? Haberleri izler kaparım televizyonu mu dediniz? Haberlere zap’layınca hepten yandınız! Okulda, hastanede, kahvehanede, parkta, bahçede, sokakta, otobanda her yerde ama her yerde zorbalık ve artık eğilimden fiiliyata geçmiş bir şiddet dalgasının görüntüleri var haberlerde! İşte tam da bu yüzden futbol yöneticilerine bundan 20 yıl öncesine göre çok daha farklı sorumluluklar düşüyor diye düşünüyorum.
Toplumun her yanında artan kutuplaşmadan doğal olarak futbolumuz da nasibini almışken kulüp başkanı olarak bu durumu körüklemek niye? Tam tersine futbolu bu kutuplaşmadan uzak tutmak hatta kutuplaşmayı azaltmak amacıyla yönetmek en azından yönlendirmek imkansız mı? Zor olduğunu ben de biliyorum ama imkansız olduğunu düşünmüyorum.
Bir kulübün başkanı olmak sadece o kulübü ne olursa olsun başarılı yapmak mıdır (ki başarıdan kastın ne olduğunu da bal gibi biliyoruz işte; futbolda şampiyon yapmak. Diğer dallarda küme düşülse de olur).
Kulüpler Birliği’nde falan bir araya gelen başkanlar sadece hakem hatalarını, ilk 11’deki yabancı sayısını veya maç yayını gelir pastasından alınacak payları mı konuşmalılar?
Bir ara şu kulüpler birliği toplantıları naklen ve tamamen yayınlansa diye düşünmüştüm sonra vazgeçtim. O zaman başkanlar, camialarına şirin gözükmek için eminim daha da şovmenlik yapıp agresif davranacaktır.
Bu iş, eğitim meselesi desem en eğitimli başkanlar da aynı zafiyete teslim oluyorlar. Taraftar baskısı karşısındaki zafiyetlerinden ötürü amigovâri demeçler vermekten geri duramıyorlar. Üstelik adı-sanı sadece kulüp başkanı veya yöneticisi olduktan sonra duyulanlardan değil, başkan olmadan da tanınan, toplumun saygınlığını önceden kazanmış… (hatta belki o zamanlar daha saygın olan) başkanlardan söz ediyorum. Onların verdikleri demeçler ve tutumlar, taraftarlar arasındaki gerilimin artması konusunda birincil derecede etkin.
Bir kulübe başkan seçilmek için lise-üniversite diplomaları gibi kriterler aranmadığını biliyoruz ama şu olamaz mı mesela? Tıpkı belli eğitimlerden ve sertifikasyonlardan geçmeden teknik direktör olunamadığı gibi başkanlar da şu konularda eğitimden geçmeden başkan olamasalar keşke: Spor ahlakı ya da ahlaklı spor, centilmenlik, rekabette sportmence iletişim, futbolun birleştirici özelliklerini güçlendirme stratejileri gibi eğitimleri başarıyla tamamlamaları halinde onaylansa başkanlıkları mesela. Bu konular ilk aklıma gelenler, sosyologlardan, psikologlardan destek alınabilir başka hangi eğitimlerin verilmesi konusunda. Çok mu ütopik düşünüyorum?
Binlerce, yüzbinlerce kişiyi bir sözüyle sokağa dökebilecek (ki, dökmüşlükleri var) bir koltukta oturan kişilerden ellerinde böyle bir imkan varken bunları beklemek iyimserliği neden ütopik olsun?
Ne yapalım, bir şampiyonluk uğruna hele onlarcasına sahip kulüplerin ilave bir tane daha şampiyonluğu uğruna bunları önemsemeyip oturup gelmekte olan faciayı mı bekleyelim?