Basketbol gündeminin manşetini son günlerde Hidayet Türkoğlu ile Enes Kanter arasındaki söz düellosu belirledi.
Meseleyi taraflardan Hidayet Türkoğlu’yla konuştum. Çocukluk yıllarından Fenerbahçe aşkına, NBA macerasından Enes’le atışmasına kadar her sorumu cevapladı içtenlikle. Artık hangi tarafın “zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı” olduğunun kararını da siz verin…
* Yakından daha da uzunmuşsun be Hidayet. Gerçekten de sulak yerde yetişmişsin yani…
– (Kahkahalar) Boyun yerle alakalı olduğunu hiç zannetmiyorum. Öyle olsa sen bu kadar kısa kalmazdın değil mi? Çünkü sonuçta ikimizin de doğduğu yer İstanbul (gülüyor).
* Daha ilk sorudan boyumuzun ölçüsünü aldık valla. Ama Hido ben, senin suyun öteki tarafından olduğunu zannediyordum.
– Bizimkiler 60’larda “Biz Türküz, ne işimiz var buralarda. Artık ana vatanımıza geri dönme zamanı” demişler ve Yugoslavya’dan Bayrampaşa’ya gelip, yerleşmişler. Babam askerliğini bile Doğubeyazıt’ta yapmış.
* İstanbul’da o kadar semt dururken, tercihlerini Türkiye’nin dünya starı çıkaran muhiti Bayrampaşa’dan yana kullanmış olmaları da çok enteresan…
– (Gülüyor) Aslında bunun öyle özel bir nedeni yok. Boşnaklar İstanbul’da ya Bayrampaşa Yıldırım Mahallesi’nde otururlar ya da Pendik’te… Bizimkiler de ilkini seçmişler. Yıllar sonra ben Çamlıca’ya taşınıp “Gelin size de buralardan bir ev alalım” diye ısrar etmeme rağmen, bir türlü yaşadıkları yerden vazgeçmediler.
* Bu Bayrampaşa’nın havasında, suyunda bir şey var herhalde. Söylenenlere göre Arda Turan’ın ailesi de bir türlü başka semte taşınmıyormuş.
– Sen de taktın bizim mahalleye İzzet (kahkahalar). Şaka bir yana teklifime bizimkiler “Oğlum Çamlıca’ya oturmaya gelsek de bütün eşimiz, dostumuz, akrabalarımız Bayrampaşa’da. Her gün onları ziyaret etmek için geri dönmek zorunda kalırız” diye cevap verdiler. Ama bayramlarda seyranlarda hepimiz Bayrampaşa’da toplanırız.
* Arda’yı semtten mi tanıyorsun peki?
– Yok, Arda benden 8 yaş küçük. O yıllarda tanımıyordum ama sonraları arkadaşım oldu. İyi ki de olmuş, çok severim keratayı (kahkahalar).
SOKAK KAVGASINA KARIŞMIŞLIĞIM VARDIR
* Boşver bunları da gel sen bize NBA yıldızı olacak “Büyük Türk”ün çocukluk yıllarını anlat…
– 11 yaşına kadar hayatım sokaklarda geçti. Basketi keşfetmeden önce mahallede bilye oynar, atari salonlarından çıkmazdım. Sokak kavgasına da karışmışlığım vardır, ders kitabının arasına Zagor ve Teksas koyup okumuşluğum da… Ben bunlarla oyalanırken, abim ilkokulda basketbol oynamaya başlamıştı bile çoktan.
* Bir anda abinden rol çalmaya mı karar verdin?
– Aslında biraz öyle oldu ya (gülüyor). Bak anlatayım, onun çok güzel bir hikayesi vardır… Bir gün babam “Bu saat oldu abin hâlâ okuldan gelmedi, git şuna bir bak bakalım” dedi. Bir baktım ki bunlar toplanmış basket oynuyor. Öğretmenin “Senin de boyun uzunmuş, niye bize katılmıyorsun?” teklifiyle baskete o gün bir başladım, pir başladım (kahkahalar).
* Hoca da akıllı adammış, karşısında sırık gibi çocuğu görünce fırsatı kaçırmamış…
– O davet sayesinde hayatım değişti. Mahalledeki çocukların sırık ve deve diye taktığı lakaplar, sonunda işime yarar olmuştu (gülüyor).
* Abin ne yaptı peki devam etti mi baskete?
– Ya o çok anten bir adam! Bir arkadaşıyla gittiği Efes Pilsen seçmelerinde, kendi takıma girip yanındaki elenince kızıp bir daha basketbolu oynamadı. Şimdi de rent a car’cılık yapıyor.
* Kim bilir belki de sendeki ışığı görüp, “Bu aileye bir basketbolcu yeter” demiştir…
– Nasip kısmet işi bunlar be abi! Hayat insanları hiç ummadığı yerlere sürüklüyor. Mesela ben Bayrampaşa İlköğretim’de okurken bursla Çavuşoğlu Lisesi’ne girdim. Okul takımında oynadığım sırada birçok ödül kazandım. Sonra ilk resmi imzamı Efes Pilsen’e attım. Arkası da kar topu gibi büyüye büyüye geldi şükürler olsun.
İLK KAZANDIĞIM PARAYLA BİR ARABA ALDIM
* İlk imza, ilk para… Peki ne yaptın onunla?
– Göçmenlerde adettendir, kazanılan para aileye teslim edilir. Ben de kazandığımı babama verirdim, o da bizim için biriktirirdi. Hiç unutmam bir süre sonra da bana ilk arabam olan bir Toyota Corolla almıştı.
* Bonkör bir baban varmış vesselam…
– İhtiyaç neyse onu alır, kalanı da bizim adımıza yatırım yapardı. Dediğim dedik bir adamdır, evde onun sözünün üstüne kimse tek laf edemez. Annemse bizden duasını hiç eksik etmeyen ve babamla aramızdaki dengeyi kuran kişidir.
* Dediğim dedik o baba, biricik oğlunun NBA’e seçilen ilk Türk olup dünyanın öbür ucuna gitmesine itiraz etmedi mi?
– Öncelikle şunu söyleyeyim ben NBA’e giden ilk Türkiye doğumlu Türk’üm. Yoksa benden önce Mirsad da gitti ama o Novipazar doğumluydu. Amerika olayına gelince, babam önce “Ne işin var orada?” deyip karşı çıktı. Ancak çevresindekiler NBA’in önemini anlatınca ikna olmuş gibi yapmak zorunda kaldı. 2000 yılında Final Four’a kaldığımızda gitme kararı almıştım. Beni Sacramento’ya babam götürdü, “Sen tatillerde yanımıza gelirsin ama ben bir daha buralara gelmem” dedi ve gerçekten de 15 yıldır bir kez bile gelmedi. Her gün en az iki defa telefonda konuşuruz. Performansımı beğenmediği maçlardan sonra “Ben seni bunun için mi yolladım ta oralara, o kadar az sayı atacaksan hiç sahaya çıkma, bırak gel” diye söylenir (kahkahalar).
EROS’UN OKU BİZE TELEFONDA SAPLANDI
* Babandan önce Amerika macerası için ilk kandırman gereken kişi eşin Banu’ydu herhalde…
– O konuda çok rahattım çünkü Banu’yu kandırmak zorunda kalmadım (gülüyor). Hani “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler” ya, işte Banu tam da böyle bir kadın.
* Eros amca ikinizi bir araya nasıl getirdi peki?
– Eros’un oku bize telefonda saplandı (kahkahalar).
* Anlamadım, nasıl yani?
– Ameliyat olan bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Narkozun etkisinden kurtulamadığı için çalan telefonu ben açtım. Meğer Banu da onun sağlık durumunu öğrenmek için arıyormuş, bu vesileyle konuşmaya başladık. Daha önce tanışmıyorduk. Buna rağmen arkadaşım Sibel ayılır ayılmaz ilk işim Banu’yla ilgili sorular sormak oldu.
– Banu: O zamanlar 16 yaşındaydım, liseye gidiyordum. Benim sınavlarım, Hidayet’in de antrenmanları olduğu için ilk altı ay sadece telefonda konuşabildik.
* Sizinki ilk görüşte aşk değil, bildiğin ilk duyuşta aşk…
– Aynen abi (gülüyor)! Telefonda sesini duyar duymaz görüşmeyi kafama koymuştum. Banu ilk günden beri beni doğrularımla, yanlışlarımla kabul etmiştir. Anlayacağın birbirimizin gençlik aşkıyız. Aa bu arada karım çok da güzel yemek yapar. Ben de masayı kurup kaldırmada ona yardımcı olurum.
* Sen anlar mısın yemek yapmaktan?
– Annem, eşim ve çok başarılı bu kadar aşçı varken, ben elimin topunu neden mutfağın hamuruna bulaştırayım ki (kahkahalar).
* Peki sofra kurulurken kenardan taktik vermek ve basketbol haricinde neler yapmaktan zevk alırsın?
– Teknede vakit geçirmeye bayılıyorum abi. Her yıl üç gün erkek erkeğe tekneyle tatile gideriz. Hanımdan izin koparmayı becerebilirsem bu sene tatil günlerimi beşe çıkaracağım inşallah (gülüyor).
– Banu: Şu an seni köprü olarak kullanıyor İzzet, farkında mısın? (Kahkahalar)
* Aman canım karı-koca arasında üçün beşin hesabı mı olurmuş.
– Yürü be koçum, sen varken kopardık kopardık bu izni. Yoksa işimiz bir başka yaza kaldı! (Kahkahalar)
* 15 senedir gurbet ellerdesin. Sıla hasreti yaşıyor musun?
– Yaşamaz olur muyum hiç! Ben ciddi bir İstanbul aşığıyım. En çok da dostlarla Boğaz’da balık yiyip uzun sohbet edilen sofraları özledim. Hayatımın en keyifli günlerini burada yaşıyorum. Allah’tan ailelerimiz sık sık gidip geliyor da hasret giderebiliyoruz.
* Ben de modaya uyayım, “fırsatlar ülkesinde” ufak da olsa bir girişimde bulunup başka bir iş yapayım diye düşünmedin mi hiç?
– Dostlarımızla yaptığımız ufak tefek ortaklıklar var tabii. Ama Amerikalılar ile aramızda ciddi kültür farklılıkları da yok değil. Bir kere bize göre daha soğuklar. O yüzden bana bugün “Çık gel Hido” desen evi, arabayı satıp hiç düşünmeden atlar gelirim. Ama çocukların okulları ve kurulu bir düzenleri var. Biz de kaçınılmaz olarak planlarımızı onlara göre yapıyoruz. İş kısmına gelince de basketboldan sonra yöneticilik yapmak isterim.
TÜRKİYE’DEN TEKLİF GELİRSE HİÇ DÜŞÜNMEDEN VARIM
* Türkiye Basketbol Federasyonu’nda CEO’luğa oynadığın konuşuluyor…
– Böyle bir görev teklif edilirse seve seve kabul ederim. Uzun yıllar Milli Takım formasını giymiş biri olarak yöneticilik yapmak, basketbol dışında edindiğim bilgi ve tecrübeleri arkadaşlarımla paylaşmak isterim.
* O zaman yavaş yavaş dönüş hazırlığı yapılmaya başlanmış gibi sanki…
– Zaten kendime koyduğum 1000 maçlık kotanın 997’sini doldurdum. O yüzden bu sezonu da tamamlayıp Amerika’da basketbolcu kariyerimi noktalamak istiyorum. Biliyorsun basketbolda doğal bir yaş limiti var. Ben de fiziki olarak jübile zamanımın geldiğinin farkındayım.
* Sonraki hedefin ne?
– Önceliğim Türk basketbolunda üst düzey idareci olmak ama Amerika’dan da teklifler var. Hâlâ aktif olarak oynadığım için henüz yönetici anlamında net bir teklif almadım. Ama Detroit, Sacramento, Orlando ve Phoenix’le görüşmelerimiz devam ediyor. Hangisini değerlendireceğimi inan henüz ben de bilmiyorum.
* İyi bir basketçiden illa iyi bir yönetici olur diye bir kaide var mı?
– Bir danışmanla çalışmam gerektiğinin farkındayım. İdarecilik ve yöneticilik eğitimleri de almayı düşünüyorum. Kendimi geliştirmek için her şeyi denerim, bundan da gocunmam. Çocukluğumdan beri çok hırslıyımdır, isteyip de başaramayacağım hiçbir şey yoktur.
* Gelecek korkun var mı?
– Tabii ki var ama buna karşılık kendime güvenim de var. Sonuçta ben olduğum yere sadece kendi emeğimle geldim. Hani Türkiye’de insanlar arkasında güçlü bir tanıdığı vardır, onun sayesinde buralara gelmiştir derler ya, bende öyle bir durum yok. Bütün başarılarımı dünyanın bir ucunda dişimle tırnağımla elde ettim. Kimse çıkıp buna Obama torpil yaptı diyemeyeceğine göre de çok rahatım (gülüyor).
ASLINDA BİZİM AİLEDE HERKES BEŞİKTAŞLI
* Sıkı bir Fenerbahçeli olduğunu bilmeyen yok. Nereden geliyor bu aşk?
– Aslında bizim ailede herkes Beşiktaşlıdır. Ben sokakta büyüdüğüm için o ara biri aklımı çeldi herhalde. İyi ki çelmiş (gülüyor).
* Fenerbahçe’nin Avrupa’da ilk üçe girme zamanı gelmedi mi sence?
– Sadece Fenerbahçe’nin değil, başka Türk takımlarının da artık Final Four’da final oynama zamanı geldiğini düşünüyorum.
* Peki basketboldaki bu devşirme olayına ne diyorsun?
– Valla olan bizim gençlere oluyor. Ben kesinlikle sıcak bakmıyorum ve bunun Türk Basketbolu’nun geleceğini bozacak büyüklükte bir risk olduğuna inanıyorum. Antrenörlerin böyle istekleri olabilir ama sonuçta biz Türk’üz ve Milli Takım’a önem vermeliyiz. Genç oyunculara forma fırsatı yaratarak onları geliştirmeliyiz ki önleri açılsın. Yoksa böyle devam ederse Türkiye’den yıldız çıkmayacak.
* Kim bilir belki de yıldız olabilecek genç yeteneklerin olmadığına inandıkları için böyle bir yol izliyorlardır.
– Olmaz olur mu? Furkan Korkmaz, Cedi Osman, Kenan Sipahi ve Emircan Koşut inanılmaz gelecek vaat eden adamlar. Onların yerinde olsam yarın hiç düşünmeden Amerika’ya giderim.
* Hayrola Hido, milliyetçiliğe ne oldu?
– Burada o çocuklara şans vermiyorlar ki! Ne yapsınlar boş boş oturup, sahaya çıkmayı mı beklesinler? En azından Amerika’ya gidip kendilerini deneyebilirler. Böylece dilleri, fizikleri, oyun kabiliyetleri gelişir. NBA’de olmak onlar için başka fırsatlar doğurur, dünyanın en iyi yerinde kendilerini görme şansı yakalarlar. Başarısız olurlarsa yine dönecekleri yer nasılsa burası…
* Aziz Yıldırım “Milli Takım’ı çalıştıran antrenör kulüp takımı çalıştırmasın” dedi. Katılıyor musun başkana?
– Aziz Başkan’ı çok severim, nikah şahidimdir aynı zamanda. Milli Takım’ı çalıştıracak kişinin bir takıma bağlı olması ona ters geliyor. Ama bir antrenörün dokuz ay oturup, üç ay Milli Takım’ı çalıştırarak kendini geliştirmesi de çok zor. Belki az önce söylediğim gibi forma şansı bulamayan gençlerden bir takım kurup onun idaresine verebilirler. Yine de takımın başına bir Türk antrenör gelecekse bu Ergin Ataman’dan başkası olamaz. Milli Takım’ı en çok hak eden hoca o!
* Son bir futbol sorusuyla spor bahsini kapatacağım. Ne diyorsun Fener’in yeni transferlerine?
– Van Persie ve Nani’ye çok sevindim. Persie formsuz geldi ama antrenman yapa yapa takımla kaynaşıp, hem Fener’e hem de ülkeye kolayca adapte olacaktır. Camia için çok güzel hareketler bunlar.
HİDAYET’İN JÜBİLE MAÇINDA DÜNYA STARLARINI TÜRKİYE’YE GETİRECEĞİZ
* Hido oradan oraya koştururken sen neler yapıyorsun Banu?
– Banu: Ben insanlara yardım etmekten çok mutlu oluyorum. Bu konuda birlikte çalıştığım organizasyon ve kurumlar var. Her ne kadar yaptığımız yardımları gizli tutmak istesek de, insanların dikkatini çekmek amacıyla bazı yardımları dile getirmekten çekinmiyoruz. Hidayet’le, çocuklarla bir araya geldiğimiz bir iftar yemeği verdik mesela. Gelirini de Yetim Anneleri Derneği’ne bağışladık. Büyüme yolunda ve gerçekten çok cici bir dernek. Bana da fahri başkanlığını teklif ettiler. Yurtdışında da hastalar için yardım çalışmalarımız var.
* Bazen de sağ elin verdiğini sol el görsün mü diyorsun?
– Banu: Aynen öyle! İlk kızımız Ela doğduğunda dostlarımızdan hediye yerine Mehmetçik Vakfı’na bağış yapmalarını istedik. Lina’nın doğumunda da bir hastanenin onkoloji bölümündeki çocuklar için parti yapmıştık. Henüz tam netleşmedi ama Hidayet’in jübile maçında dünya starlarını Türkiye’ye getirip tüm geliri yine hayır kuruluşlarına bağışlamayı planlıyoruz.
* Bir yandan yardımlar, diğer yandan Umre ziyaretleri derken böyle böyle “hidayete” ereceksiniz maşallah…
– İbadetin gizli kalması gerektiğine inanıyorum. Bunun reklamını yapmıyorum. Ama ruhani yönden öyle beslendik ki önümüzdeki yılki umre ziyareti planını şimdiden yapıyoruz… Ruhani olarak kendimizi hazır hissettiğimizde hacca da gideriz inşallah.
* Manevi yönü bu kadar gelişmiş bir insanın sahaya çıkmadan yaptığı totemleri var mı?
– Olmaz olur mu? Mesela sahaya sağ ayakla çıkarım ve mutlaka besmele çekerim. Maç öncesinde de annemin telefonda duasını almadan oyuna başlamam.
* Peki sosyal medyada seni acımazsızca eleştirenlere karşı sinirlerine nasıl hakim oluyorsun?
– Yazılanlara inan ki hiç takılmıyorum. Ben sosyal medyayı sadece gençlere mesaj vermek için kullanmaya çalışıyorum. İç sesimi dinliyorum ve ona göre hareket ediyorum. Ama nedenini anlamadığım bir şekilde beni bir siyasi durumun içine çekmek istediklerinin de farkındayım. Oysa bugüne kadar bir kez olsun politik duruşumu ne söyledim ne de belli edecek bir harekette bulundum. O yüzden ben de gerçekten insanların gözünde nasıl bir siyasi görüşüm olduğunu çok merak ediyorum.
SİYASİ GÖRÜŞÜMÜ AÇIKLAMAMAM TARAF OLDUĞUM ANLAMINA GELMEZ
* Çok merak ediyorsan ben söyleyim, Cumhurbaşkanı’yla sık sık görüşüyor olman böyle bir algı yaratmış olabilir mi?
– Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, maçlardan sonra tebrik etmek için aradığında ne yapmamı bekliyorlar? Anlamıyorum ki, ne yani telefonumu mu açmayayım? Demirel, Çiller, Ecevit kısacası şimdiki ve önceki hükümetlerimiz başarılı sporcularımıza desteklerini hiç esirgemediler. Zaten olması gereken de bu değil midir! Bu makamdaki insanlar tarafından sevilip sayılmak büyük şereftir. Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu da bir telefon açsa aynı şekilde kendisiyle de memnuniyetle görüşürüm.
* Ben siyasetçinin rengine değil, onun spora verdiği desteğe bakarım mı diyorsun?
– Tayyip Erdoğan tarafından seviliyor olmam insanları neden bu kadar rahatsız ediyor anlamış değilim. Konuşulanlar gibi Saray’a gitmişliğim de yok. Ama çağırırlarsa da seve seve giderim. Mesela Fatih Terim Stadı’nın açılışında spor camiasının önde gelen isimleri maç yaptı. Eksik olmasınlar beni de davet ettiler. Bir sporcunun spor müsabakasına katılmasından daha doğal ne olabilir Allah aşkına? Ayrıca Fatih Hoca’yı da çok severim.
* Taraf olmayan bertaraf olur durumu yaşatılıyor galiba…
– Spor hayatı aktif devam eden birinin siyasi görüşünü açıklamasını asla doğru bulmuyorum. Ama bu taraf olduğum anlamına gelmez. Ben Gezi’de polisin orantısız güç ve gaz kullanmasına da karşı olduğumu yazdım. Berkin Elvan’ın haksız yere öldürülmesinin de suç olduğunu söyledim. Haksızlığın olduğu yerde sessizliğe gömülen biri değilim ki. Bugüne kadar kimseye siyasi görüşü yüzünden tek söz etmemişimdir. Kaldı ki çevremde benimle aynı görüşü paylaşmayan bir sürü arkadaşım var. Öyle olsa bunca yıldır bu kadar iyi anlaşamazdık. Kimse kusura bakmasın ama bana değer veren insanların sevgisi ve saygısını da karşılıksız bırakacak biri değilim.
JAY Z, RIHANNA, JACK NICHOLSON’LA MAÇLARA GELDİKLERİNDE TANIŞTIM
* Biz Hido’ya zar zor ulaşabiliyoruz, sen dünya starlarıyla kankasın. Nasıl başardın onların kalplerini çalmayı?
– Estağfurullah abi… Amerikanlar sporla yakından ilgileniyor. Basket oranın ata sporu sayıldığı için tuttukları takımın oyuncularıyla tanışmaktan hoşlanıyorlar. Orada uzun yıllar başarılı bir grafik çizdikten sonra ister istemez Hollywood starlarıyla da diyaloğun başlıyor. Mesela Jay Z inanılmaz bir Lakers hayranı. Özellikle Drake, Lil Wayne gibi rap’çiler maçlara çok gelir. Rihanna, Jack Nicholson, Del Piero, Denzel Washington ve Billy Crystal’la da böyle tanıştık.
* İnsan kolundan tutup birkaç tanesini getirmez mi memleketine?
– Valla bir elçi gibi çalışıp hepsini davet ediyorum. Çünkü herkesin hayatında en az bir kez İstanbul’u görmesini isterim.
* Şaşırıp hâlâ “gerçekten Türk müsün?” diye soranlar oluyor mu?
– Big Turk gibi lakaplarım olduğu için artık kabul ettiler. Ee ne de olsa soyadım Türkoğlu (gülüyor).
* Hem bu kadar uzun boylu olup, hem de bu kadar şık giyinmeyi nasıl başarıyorsun. Kolay oluyor mu bu cüsseye kıyafet bulmak?
– Eskiden çok zorlanıyordum ama modanın gelişmesiyle aradığım şeyleri artık daha kolay bulabiliyorum. Bir de özel dikim kıyafetler hayat kurtarıyor tabii. Yaş ilerledikçe ceket, yelek ve kravatı üzerimden çıkarmaz oldum.
* Mecburiyetten kendini manken olarak moda dünyasının içinde bulmuş olabilir misin?
– İnsan, en büyük keşifleri zorunluluktan yaparmış ya benim ki de o hesap. Kitaplar okuyarak, gördüklerimi kafamda evirip çevirerek bir şeyler çıkarıyorum ortaya. Şaka bir yana Pierre Cardin ile güzel bir anlaşma yaptık. Reklam çekimleri de gayet keyifli geçti.
ENES’İN MİLLİ TAKIM’A ALINMAMASIYLA UZAKTAN YAKINDAN ALAKAM YOK
* Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gitmedin ama Huber Köşk’ündeki iftar davetine katılınca bir anda eleştiri okları da sana yöneldi.
– Olayı, Enes’in attığı tweet’e getirmek istiyorsun sanırım. O konu gereksiz uzadı. Bu arada bizim Enes’le çok sohbet etmişliğimiz, daha da ötesi yüz yüze abisi olarak ona pek çok kez öğüt de vermişliğim vardır. Aksini söylerse çok şaşırırım. Kendince Milli Takım’a alınmama gerekçesi olarak siyasi bir sebep gösterdi ama aslında işin boyutu bambaşka. Milli Takım’da yer almayacağını o açıkladı. Bu sene de “Takımda tekrar yer almak istiyorum” deyince federasyon tarafından aranmış ama ulaşılamamış.
* O zaman sorun ne?
– Ben kendi bildiklerimi anlatırım, niye böyle bir yol seçtiğini bilemem. Dedim ya Türkiye’ye tatile geldiğinde Milli Takım yetkilileri görüşmek istemiş ama ulaşamamışlar. Dolayısıyla kadroya giremedi. Huber Köşkü’nde verilen Cumhurbaşkanlığı İftarı’nda çekildiğimiz fotoğrafı paylaşıp “Siyasi görüşüm yüzünden takıma alınmadım. Allah ıslah etsin” yazdı. Bu açıklama çok komikti. Enes’in Milli Takım’a alınmamasıyla uzaktan yakından alakam yok, olamaz da!
* Sebebi başka yerde arayın mı diyorsun?
– Ben milli duygularla o formayı giyen biriyim. Takıma oyuncu seçerken, oyuncuların siyasi görüşlerine göre alındığını da hiç düşünmüyorum. “Milli Takım’a girmek istiyorum” dedikten sonra aramalara cevap vermiyorsan, açılan kapıyı reddediyorsan bunun sorumlusu sensin, bir başkası değil. Ben sadece Milli Takım’a sahip çıkan biriyim o kadar. Enes’e karşı asla negatif bir tavrım yok. Onun her zaman iyi olmasını, oyununu geliştirmesini istemişimdir. Her şekilde kendisiyle de yüzleşirim.
* Keşke tüm bunlar yaşanmasaydı diyor musun?
– Dedim ya ben onun abisiyim. Öğüt verip, onu uyarabilirdim. Pişmanlığım ne diye sorarsan, keşke kendime hakim olup, bu öğütleri bire bir yüzüne söyleseydim. Ama ben böyleyim! (hürriyet pazar)