Milyon dolarlık basketbolcu olabilirdi
Medyayı seçti, spor dünyasının habercisi oldu
1975 yılında Gaziantep’te doğdu. Gaziantepli futbolcu Bilal Güngör Kuyucu’nun oğlu. İstanbul macerası 1994 yılında üniversiteyi kazanması ile başladı. Spor tutkunu bir ailede yetişti. Zamanla Türkiye’nin en yetenekli ve ünlü spor televizyoncularından biri oldu. Evet bu hafta, İkinci Memleket’in konuğu, spor medyasının deneyimli ve başarılı ismi, değerli hemşehrimiz Barış Kuyucu…
Hayatın anlamı, onun değerini bilerek anlaşılıyor. Zamana yayılan bir süreç bu. Adım adım aşılan her engel, süzülerek gelen başarılara da davetiye çıkarabiliyor. Yeter ki istekli olalım ve başarıyı hak edebilmek için azimle çalışalım. Birazdan bu sözlerimin altını basa basa dolduran bir isimle sizleri buluşturacağım… Hazırsanız başlıyorum…
1975 yılında Gaziantep’te dünyaya geldi. Gaziantepli değerli futbolcu Bilal Güngör Kuyucu’nun oğlu. Aynı zamanda Gaziantepli ünlü şairlerimizden Hasip Dürri’nin de torununun torunu… İlkokulu Mehmetçik İlkokulu’nda orta ve lise eğitimini ise Gaziantep Anadolu Lisesi’nde tamamladı. 1994 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nü kazandı.
Babası futbolcu, annesi ise voleybolcuydu, ama kendisi basketbolu tercih ederek, o alanda profesyonelleşti. Transfer olacağı birinci lig takımı Beslen Basketbol Takımı kapanmasaydı, belki de şu an milyon dolarlık bir basketbol oyuncusu olacaktı.
Evet bu haftaki konuğum, spor medyasının deneyimli ve başarılı ismi, değerli hemşehrimiz Barış Kuyucu… İşte sorularımız ve aldığımız birbirinden özel yanıtlar…
– Kendinizden söz eder misiniz?
Benim hikâyem 1975 yılında Gaziantep’te başlamış. Anne tarafım Eblehanlı, baba tarafım ise Şehreküstülü, Kozlucalı… Kolejtepe’de dünyaya geldim. Babam eski bir futbolcu. Galatasaray’ın efsane teknik direktörü Gündüz Kılıç’ın Talat Özkarslı ile birlikte almak istediği iki Gaziantepli futbolcudan birisi. Talat amca transfer oluyor, ama dedem babama izin vermiyor. Çünkü ailenin 4 kızın üzerine olan tek erkek çocuğu. Bırakmıyor babamı dedem. Daha sonra ise babam yıllarca çok önemli kulüplerde oynadıktan sonra matematik öğretmeni oluyor. Annem ise ben dünyaya gelinceye kadar Gaziantep Valiliği’nde çalışıyor. Benden sonra ise ev hanımı oluyor. 5 yaş küçük kızkardeşim Aylin Pınar Kuyucu da meslektaşım. CNNTürk ve Lig TV’de yıllarca başarıyla çalıştı.
– Ailenizin sizde ayrı bir yeri var sanırım…
Aynen öyle… Benim aile geçmişimizde uzanabildiğim ve uzanırken de gururla görebildiğim aile fertlerimizin arasında çok özel insanlar var. Özellikle de ünlü Gaziantepli alim ve şairlerimizden Hasip Dürri’nin torununun torunu olmak bambaşka bir gurur. Hasip Dürri, 1848’te Gaziantep’te dünyaya gelen ve sonrasında Osmanlıca ve Farsça şiirler yazarak büyük takdir toplayan bir isim. Kaldı ki, bununla da kalmamış Arapça da şiirler yazabilmek için o dönemde Mısır’a Kahire’ye dil eğitimine giden bir insan. Uçak yok, tren yok… Düşünün azmin zaferini. Bunun yanı sıra ünlü dilbilimci Ömer Asım Aksoy’un hayatını ve şiirlerini kitap haline getirdiği bir ünlü Gaziantepli’dir Hasip Dürri. Böyle değerli bir adamın torununun torunu olmak ayrı bir sorumluluktur benim için. Bunun yanı sıra Şehreküstü’deki Şıh Cami’nin de imamlığını yapmış değerli bir alim. Osmanlı İmparatorluğu’nda Saray’a kütüphane yapılmasını öneren ve kabul gören çok değerli bir şahsiyet.
– Mesleki özelliklerinizden bir kısmında Hasip Dürri’nin izleri var sanırım…
Ben de öyle hissediyorum. Kökünüz her zaman çok önemli ve kıymetli. Babamın babası Salih Kuyucu da Gaziantep Tapu Müdürlüğü’nde çalışan dürüst bir yönetici. Kendisini görme şansım olmadı ama melek ruhlu canım annem Nevin Kuyucu’nun babası Galip Çelenk dedemi son yıllarında görme şansım oldu. Galip dedem Gaziantep’in en eski sinemacılarından biridir. Gaziantep’e getirdiği dönemin en kaliteli filmlerini, eski İtalyan Kilisesi’nde (Halkevi) göstermek ile kalmayarak Diyarbakır, Kilis ve Mardin’e de taşıyan gerçek bir sinema tutkunudur. Elimizin kalem tutması Hasip Dürri dedemden gelmişse, sanırım radyo, televizyon ve sinema bölümünde okumamın da kökeninde Galip dedemin etkisi olsa gerek. Hayatta bazı şeylerin tesadüf olmadığını hissediyorsunuz ve şükrediyorsunuz. Anneannem Kazaz’ların kızı Lütfiye Çelenk ise anlatılamayacak kalitede bir hanımefendiydi. Anneannem benim en büyük aşkımdı. Kısacası aileniz özünüzdür..
– Gaziantep aşığı birisisiniz… Bunun özel bir nedeni var mı peki?
Ben ne zaman insanlara Gaziantep’i çok sevdiğimi söylediysem, insanlar hasret çektiğim için böyle düşündüğünü ifade ediyorlar. Halbuki ben Gaziantep’i sadece Hasip Dürri veya kendi ailem, akrabalarım, arkadaşlarım için değil, memleketimi beni ben yapan, değerli kılan bir bütün olarak önemsiyorum ve çok seviyorum. Hayatımdaki disiplinin ve sorumluluk anlayışımın, şehrimdeki sabah namazının ardından dükkânını açan çalışkan sevgili hemşehrilerimden geçtiğini düşünüyorum. İstanbul’da medyada hiçbir çevrem yokken, Gaziantepli olmanın verdiği kültürel değerlerin etkisi ile takdir, saygı ve destek gördüm. Bu kültürü bizlere aşılayan tüm ecdadımıza, aileme, arkadaşlarıma, öğretmenlerime çok teşekkür ediyorum. Kimseye bağımlı olmamayı, mücadeleden yılmamayı ben hep kendi şehrimde öğrendim.
– Okul yıllarınız peki…
Güzel bir çocukluk dönemim geçti. İlkokulu Mehmetçik’te okudum. Futbolcu babanın ve voleybolcu bir annenin çocuğuydum. Spor zaten hayatıma küçük yaşlarda girmişti. Her fırsatta futbol oynayan bir çocuktum. Mahallede ağabeylerimden öğrendiğim basketbolu ilkokul takımında da sürdürdüm. İlkokuldan sonra hayatımın en büyük ödüllerinden biri Gaziantep Anadolu Lisesi’ni kazanarak, ortaokul ve liseyi bu prestijli okulda tamamladım. Harika bir okuldu, çok mutluydum. Çünkü 7 yıl boyunca derin arkadaşlıklar, köklü ilişkiler yaşadım. Okulun basketbol takımında da oynuyordum. Buradaki başarım Gaziantep karmasına seçilmemi de sağladı. Beslen Basketbol Takımı’nda kariyer yapma hayalini taşırken, bu takımın kapanması ile birlikte büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Hayat böyle bir şey. Belki milyon dolarlık bir basketbolcu olabilecekken, onların haberlerini yapan, bunu yaparken de büyük bir keyif alan bir insan oldum. Profesyonel bir sporcu olamadım belki, ama onların hayatlarının içinde buldum kendimi.
– Üniversiteyi ne yaptınız peki?
Basketbol takımı ile ilgili beklentilerim olmayınca, kendimi boşlukta buldum. Üniversiteyi nasıl kazanabilirdim ki? Arkadaşlarımdan gerideydim çünkü. Hem amatör hem de okul takımında basketbol oynayan biriydim. Günümün önemli bir kısmı antrenmanlar ile geçiyordu. Ders çalışmaya vakit ayıramıyordum.
– Arkadaşlarınız ile aranızdaki açığı nasıl kapattınız peki?
Baktım olmuyor, Eblehan’da anneannemin hayatlı, dut ağaçlı, huzur dolu bir klasik Antep evi vardı. Kendisi sağlık kontrolleri için uzun süreli seyahatlerle İstanbul’a gidiyordu. Kapandım bu eve ve ders çalışmaya başladım. Ben sosyal bölüm öğrencisiydim. Haliyle de hukuk gibi sosyal bir bölüm yazmam gerekiyordu. Ancak bir baktım o yıllarda bile hukuk fakültelerinden her yıl 50 bin kişi mezun oluyor. Başka bir şey bulmalıydım. Farklı ve yeni bir şey. Tam da bunları düşünürken Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü fark ettim. Bu bölüme karar verdim ama anneme, babama söyleyemiyordum. Çünkü babam bir öğretmen olduğu kadar otoriter de bir insandı. Karar verdiğim üniversiteyi söylesem, hukuk veya mühendislik var iken, niye bu bölümü seçtin diyebilir diye endişeleniyordum. Bekledim tabii… Sonra bir gün evde televizyon izlerken, bir programa katılan ünlü bir televizyoncu kendini tanıtırken, İletişim Fakültesi’nde okuduğunu söyledi. Babam kızın bu sözünü duyunca, “Bu harika bir şey, ne güzel bir tercih yapmış” dedi. Ben o an babamın bu yorumuna şaşırdım ve çok mutlu oldum tabii. “Artık öğrencilerin farklı meslek alanları veya bölümler seçmesi daha akıllıca” deyince kararımı gönül rahatlığıyla verdim. Sonrasında da mutlu son. Giriş o giriş…
– Anadolu Lisesi’ni bitirdiniz ve üniversite için İstanbul’un yolunu tutunuz…
1993 yılında liseden mezun oldum. İlk yıl kazanamadım üniversiteyi. İkinci yıl ise Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü kazandım. Yıl 1994. İstanbul maceram da bu şekilde başlamış oldu. Nişantaşı’nda çok güzel bir kampüsümüz vardı. Çok mutlu oldum ve oldukça heyecanlıydım. Lisede basketboldan dolayı çok iyi öğrenci olamama durumumu, üniversitede iyi öğrenci olmaya çevirdim. Babama yük olmamak için, öğrenci bursları kazanmaya başladım, okul derecelerine girdim.
– Üniversitede nasıl bir öğrenciydiniz?
Çok soru sorardım. Sürekli benden büyüklerime, hocalarıma ve mesleğimizin önde gelen değerli isimleri ile konuşurdum. 12 kişilik odaları bulunan öğrenci yurdunda kaldım ilk yıl. Dolayısıyla okulumuzdan öğrencilerle daha uzun uzun sohbet etme fırsatı buluyorduk. Onlara, “Şimdiki aklınız olsaydı, birinci sınıftan itibaren ‘keşke bunları da yapsaydım’ dedikleriniz nelerdir?” diye sorardım. Onlar da yapamadıkları için pişman oldukları şeyleri bana anlatırlardı. Mesela, “Şu derslere gir, hemen staja başla, okul ile işi bir arada götür” gibi önerileri olurdu. Bu tecrübe ve önerilerden çok faydalandım.
– Okurken çalışmaya başlayanlardansınız…
Evet. Önce ilk yıl okulumuzun radyosunda çalıştım. TRT’nin ünlü spikeri Nejat Çetinok beni bütün okul çapında iki erkek sesinden biri olarak seçti. Bu bana güven ve moral verdi. Bu arada hem Marmara Üniversitesi’nin hem de Galatasaray Üniversitesi’nin değerli dekanı ve benim de manevi annem diyebileceğim Prof. Dr. Özden Cankaya, tecrübe kazanmam için beni ajans ve kanallara gönderdi. Bu şekilde staj yaparken, bir gün hocam Özden Hanım, “Ünlü spor editörü ve yöneticisi Fuat Akdağ’ın kendisinin yüksek lisans öğrencisi olduğunu ve çalıştığı kanala spor muhabiri aradığını söyledi. Ben o zaman kendimi değil de çok sevdiğim bir arkadaşım olan yurt ve ev arkadaşım Kerem Açıkbaş’ı önerdim. Kerem şu anda NTV Spor’un Program Müdürü. Fuat Bey, Kerem’in çalışkanlığını beğenmiş ve bir kez daha hocamdan staj için öğrenci rica etmiş. “Ben gidebilirim”, dedim hocama ama hocam benim aslında haber muhabiri olmamı arzu ediyordu. Ancak kırmadı beni… Ben sporu istiyordum. Çünkü bu benim güçlü olduğum bir alandı. Aileden geliyor. 3 yaşından beri radyo ve televizyon başında spora dair herşeyi izliyor, dinliyor ve her anımda spor yapıyordum. Basketbol, futbol, voleybol… Sokakta her türlü oyuna bayılıyordum. Fuat Akdağ’ın yanında Star TV’de staj yaptım. Fuat Akdağ bir ara bana, “Yeni bir kanal açılacak, seni arayacağım” dedi. 1996 yılının sonlarıydı. Ben de bu stajdan sonra bir reklam şirketinde geçici olarak çalışmaya başladım. Bir gün TV’yi bir açtım, NTV isminde yeni bir kanal açılmış ve ekranda 30 dakikalık dolu dolu her branştan haberlerin olduğu çok kaliteli bir spor bülteni var. İmrendim açıkçası… Aradan iki gün geçti, telefonum çaldı. Arayan Fuat Akdağ idi. İşte hayatımızın ne kadar mucizelerle dolu olduğunun bir kanıtı. Fuat Akdağ NTV’ye geçmiş ve bana da ‘gel’ dedi.
– Mesleki hayatınızın dönüm noktası bu olmuş sanırım…
Kesinlikle. İki gün önce imrenerek izlediğim kanalda çalışmaya başlamak. Bu müthiş bir duygu. Bu benim mesleki hayatım için gerçekten de bir dönüm noktası olmuştur. 1996 yılı sonlarında NTV’de başladım. 4 ay sonra ise, bir arkadaşımız gece bültenlerine çıkmayacağını söyleyince, Fuat Akdağ bana, “Yarın ceket giy gel” dedi. Anladım ki, benim için yeni bir mucize daha gerçek oluyor. Deneme çekimi yapıldı ve 1997 yılından 2011 yılına kadar, yıllık izin ve haftalık izinlerim dışında her gün bülten, program, özel yayın, stüdyo yayını yani her gün ekrandaydım.
– NTV’den sonra ne yaptınız?
3 yıl NTV’de çalıştıktan sonra Ali Kırca yönetimindeki, Faik Çetiner’in spor servisinin başında olduğu ATV’ye transfer oldum. NTV’de çok tecrübe kazanmıştım, ama bu adım da benim için büyük bir deneyim daha olacaktı. Özellikle enteresan bir tesadüfle, Gaziantep’te geçen, izlenme rekorları kıran ünlü bir dizi İkinci Bahar’dan önce ekranda olmam hem büyük bir deneyim hem de müthiş bir duygu hissettiriyordu bana. Yaklaşık bir yıl ATV’de çalıştım. Ama daha sonrasında haber kanallarında daha mutlu olduğumu düşündüm. O sırada uluslararası bir medya kuruluşu CNN, Türkiye’ye gelmeye karar vermişti. 2000 yılının başında CNN Türk’e transfer oldum. Spor gazeteciliğinin önemli yöneticilerinden İhsan Topaloğlu spor servisinin başındaydı. Kariyerimin en uzun sürecini geçirdim CNN Türk’te. Son 5 yılı yönetici toplam 11 yıl görev yaptım. Birçok değerli isimle gerek ekranda gerekse de meslektaş olarak çalıştım. Hayatımın en yoğun günleriydi. O dönemde genel yayın yönetmenimiz Ferhat Boratav idi. Bu ismin de benim hayatımda önemli bir yeri vardır. Benim adıma olağan üstü bir duruma imza atmıştır.
– Anlatabilir misiniz?
CNN’de çalışırken bir gün düşündüm. 28 yaşında uluslararası bir kanalın Türkiye operasyonunda yönetici olarak çalışıyordum. Ünlü ve prestijli kanallarda müthiş deneyimlerim olmuştu ama ben yurtdışı tecrübesini bir türlü yaşayamamıştım. Hep çok yoğun bir tempoda çalıştım çünkü. Üniversitenin ikinci sınıfında ekrana çıkıyordum. Sonrasında da evlenmiştim. İşini severek yapan bir yönetici olarak, takım arkadaşlarıma vizyon ve tecrübeyi daha uluslararası düzeyde aktarabilmem için yurtdışında da tecrübemi arttırmam gerektiğini düşündüm. Bir arabamız vardı. Onu satıp, parayı denkleştirecektim ve yanancı bir kanalda çalışmayı bireysel olarak deneyecektim. CNN Türk Genel Müdürü Ferhat Boratav’ın yanına gittim ve “Müsaadenizle ben ayrılıyorum, yurtdışına gideceğim” deyince haliyle şaşırdı. Benim kanal için önemli bir isim olduğumu, ayrıca çok değerli bir burs programına beni aday gösterebileceğini ve bu fırsat için son gün olduğunu söyledi. Bu sayede 2006 yılında dünyanın en büyük 3 medya bursundan biri olan Birleşik Amerika’daki ‘The University of Michigan’ bünyesindeki Knight Wallace Fellows’da “Sports Management –Spor Yönetimi-” üzerine eğitim aldım. Dünyanın dört bir yanından çok başarılı isimler arasından seçilen 16 kişiden biri olarak katılma mutluluğu yaşadığım program için Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim. Kendi alanında uzman olan ünlü meslektaşlarımız, siyasetçiler, sporculardan seminerler aldım ve paha biçilmez bir tecrübe yaşadım.
– CNN Türk’ten sonra ne yaptınız peki…
11 yıl mutlu, mesut ve çok yoğun bir tempoda çalıştım ben CNN Türk’te. Kısa sürede elde ettiği habercilik başarısıyla bir dünya markası haline gelen Al Jazeera kanalı Türkiye’ye geliyordu ve bana da teklifte bulundular. 4 aşamalı zorlu iş görüşmelerinden sonra spor müdürü olarak atandım. Bugüne kadar gördüğüm en disiplinli, evrensel bir kanala transfer olmak heyecan vericiydi. Çok değerli bir ekip kurduk. Test yayınlarına başladık ama Al Jazeera, televizyon kanalını açmaktan vazgeçti ve dijital medyada çok başarılı bir habercilik sergiledi. Bu durum benim de farklı bir alanda daha tecrübe kazanmamı sağladı. O an annemin “Yüzüklerini yani yeteneklerini hep artırmalısın” sözü geldi aklıma. 20 yıllık televizyonculuk tecrübem vardı. Kariyerime dijital habercilik alanında da harika bir tecrübe halkası ekledim… Sonrasında çok sevdiğim kanalımdan televizyon projesinden vazgeçilmesi nedeniyle ayrılma kararı aldım.
– Şimdi neler yapıyorsunuz?
Şu sıralarda hem ulusal hem de uluslararası düzeyde faaliyet gösteren kuruluşlarla görüşme halindeyim. İnşallah en kısa zamanda, en hayırlı kararı verebilirim.
– Özel hayatınız peki…
Eşim üniversitede sınıf arkadaşımdı. Okulun bittiği gün çıkmaya başladık. 2003 yılında evlendik ve 2011 yılında Ada ismindeki prensesimiz dünyaya geldi. Ben İstanbul’da Teşvikiye’de okudum. Eşimin ailesi de burada oturuyordu. Evlenince biz de benim için ikinci memleket olan Teşvikiye’de oturmaya karar verdik. Eşimin hayatımda çok önemli bir yeri var. Aslı Kuyucu olmasaydı, bu kadar hırçın, yoğun rekabetin olduğu bir sektörde ayakta kalabilmem mümkün olamazdı. Eşim benim öğrencilik yıllarımdan beri en büyük dayanağım. Sevgi, saygı ve huzurun karşılığıdır benim için. (röportaj: deniz kalendergil- olaymedya)