Güneş gazetesi yazarı Aybars Hünalp, yeni kabineyi kaleme aldı:
“Mazereti olmayan kabine”
Yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin devreye girmesiyle göreve başlayan tüm Bakanlara başarılar diliyorum..
Bu sistemin en önemli kozu bence artık bürokratik oligarşiye takılmadan yol alabilmelerini sağlayacak olmaları..
Tabii yılların bizim gibi spora gönül verenlerin amatör sporun temelini oluşturan okullardaki spor konusunda spor/okul ikilimine sokulan çocukların bu kıskaçtan kurtulacağına dair Milli Eğitim ve Spor Bakanlarının göreve başladıklarında yaptıkları açıklamalarını dinleriz.. Yıllar geçtikçe bu sorunların çözül(e)mediğini de görünce Bakanları bile öğüten bürokratik oligarşinin gücünü görürüz..
Ama şimdi durum böyle değil.. Göreve gelen Bakanların gerek kadro kurmak gerekse de sistem oluşturma da artık “mazeretleri” yok..
Bu konu ne zaman gündeme gelse hemen aklıma yıllar önce hem bürokrat hem de spor adamı kimliğiyle Habertürk Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan Ömer Gürsoy’un kaleme aldığı “Komünizm Amerika’da Federer Türkiye’de doğsaydı” başlıklı yazısında anlattığı “Hayvanlar Okulu“ hikayesini sizlerle paylaşmak istedim..
Bu hikayeyi yeni Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’un “biz tek tip değil, tek tipçi yetiştiriyoruz, herkes kendi tipinin tetikçiliğini yapıyor. Halbuki çocuklarımıza farklı seçenekleri sunmak zorundayız” sözleri ve yeni Spor Bakanımız Mehmet Kasapoğlu’nun “gençlere güveniyoruz, gençlerde bize güvensin “ sözleri üzerine okuyun lütfen!
Bir kitapta okumuştum: Hayvanlar okul kurmaya karar vermişler. Her cinsten hayvan okula kaydolmuş. Okulun binasını yapmışlar, hiçbir tartışma yaşanmamış.. İş gelmiş dayanmış müfredat belirlemeye.. Her kafadan bir ses çıkar.. Kimisi ‘Finlilerin sistemini alalım, sınavsız sistem var orada’ der.. Kimisi ‘Güney Kore’de gibi minik yavrularımızı mutlu eğitim sistemine sokalım” der.. Hangi hayvanın önerine de bulunduğunu hatırlamıyorum ama birisi çıkmış “durun böyle eğitim sistemi olur mu, en iyi eğitim sistemi Türklerinki.. Matematik, fen, İngilizce, sosyal, müzik her dersi öğretiyorlar.. Bundan daha mükemmel bir eğitim sistemi olur mu” deyince hayvanlar hep bir ağızdan “evet Türklerinki olsun” diyorlar.. zavallılar başlarına ne geleceğinden bi haber..
Güzel güzel binaları yapmışlar, Türklerden de müfredatı almışlar.. Böylece her çocuk matematik , dil , fen gibi derslerden geçer not almak zorunda bırakıldığı sistem girmişler..
İlk ders gelmiş çatmış.. Bizim pire gibi koşan tavşan uçma dersine girmiş.. Uçma dersinde uçmaya çalışırken kafasını kırmış artık değil uçmak hızlı koşma yeteneğini de kaybetmiş.
Sonraki kurban kuş olmuş.. Toprağı kazma dersinde kanatlarını ve gagasını kırmış. Uçma yeteneğini kaybetmiş.
Kısacası her hayvan yeteneklerinin dışındaki derslerle hırpalanıp varolan yeteneklerinden olmuşlar ve sınıfı orta zekalı olan su yılanı geçmiş çünkü herşeyden biraz biliyormuş.
Bu hikayedeki gibi Tanrı insanlara ayrı ayrı yetenek vermiş. Gelişmiş ülkeler çocuklarını sürüler halinde değil yeteneklerine göre ele alıyorlar. Yani her çocuğun beynine ulaşmak için anahtar geliştirmişler.
İsviçre yüzük taşı kadar küçük olmasına rağmen dünyanın en büyük spor adamlarını yetiştiren bir ülke. Onlar orada özenle korunuyorlar. Roger’in en büyük şansı İsviçre’de doğmuş olmasıdır. Biliyorum ki, ülkemizde de en az Roger kadar başarılı olabilecek çocuklar var. Onları şansız kılan doğdukları topraklar, doğdukları topraklardaki sistemsizlik olmasın.
Bu uzun yazıya artık bir son vermek ve bir de hüküm vermek gerekiyor: Uzun lafın kısası ne Amerika’da komünizm yaşanır ne de Türkiye’de de Federerler yetişir.
Bakalım yeni dönem Federerler yetiştirecek sistemi oluşturacak mı!