DERİN ANALİZ
MELİH ŞABANOĞLU YAZDI
– Şampiyonlukla başlayalım… Nasıl geldi şampiyonluk?
Şampiyonluğun üç katmanı var. En alt katmanda Mancini-Prandelli çizgisi var. Onun üzerinde futbolcular. En üstte ise bizzat Hamza Hamzaoğlu.
Mancini-Prandelli çizgisiyle başlayalım…
Bununla, ilk olarak İtalyanlarda daha belirgin olan taktik disiplinin ön planda olduğu oyun yapısını kastediyoruz.
Hatırlanacaktır; Galatasaray son dönemeç sayılan ve şampiyonluğun geldiği son 7 maçlık seride Roberto Mancini ve Cesare Prandelli tarafından takıma yerleştirilen taktik disiplinin ön plana çıktığı maçlar çıkardı. Skor olarak öne geçtiği maçlarda alan savunmasına dayalı takım defansı yaptı. Zaten Muslera’nın performansını artıran unsur da bu takım savunmasıydı. Mesela bu taktik anlayışın çok benzerini Mancini’nin ilk maçı olan 2-2’lik Juventus karşılaşmasında görmüştük. Galatasaray berabere giden maçlarda ise tempoyu yavaş yavaş artırdı. Rakibine az fırsat vermeye gayret etti. Geriye hiç düşmedi.
Mancini-Prandelli çizgisinin ikinci boyutu ise fizik kalite. Mancini fizik olarak oldukça zayıf bir takım devralmıştı ve bu zayıflığı ilerleyen süreçte gidermedi. Ama Prandelli, biliyoruz ki Hamzaoğlu’na fizik olarak oldukça iyi bir takım bıraktı. Ki Galatasaray’ın bu sezon birçok maçı son dakikalarda kazanması da fizik kalitenin yüksekliğine işaret eder. Hatırlayalım, Galatasaray bu sezon son 15 dakikada attığı 15 golle tam 26 puan kazandı. Ki bu da elde ettiği puanın üçte birine karşılık gelir. Çok önemli bir istatistik.
– İkinci katmana gelelim; futbolcular dediniz.
Futbolcular derken kasıt şu. Galatasaray’daki futbolcu grubunun Prandelli’yle arasının çok iyi olmadığını biliyoruz. Bu da takımın kimyasını olumsuz etkiledi. Ama Prandelli’yle yaşanan sorunlara rağmen futbolcu grubu rakipleriyle puan farkının açılmasına izin de vermedi. Yani takımda çok büyük sorunlar vardı, ama sahaya çıkanlar en azından skor olarak sanki fazla sorun yokmuşçasına puan almaya devam etti. Hamzaoğlu gelene kadarki süreçte gördüğümüz şey bu. Hamzaoğlu’nun işbaşı yaptığında Galatasaray lider Beşiktaş’ın bir puan gerisinde, Fenerbahçe’nin ise bir puan önündeydi. Elbette bunda rakiplerinin Galatasaray ilk 11 haftada 3 yenilgi alırken puan farkını açamamasının da etkisi vardı. Ama demek oluyor ki her ne kadar büyük sorunlar yaşasalar da şampiyonluk yarışının içinde kalmayı başaran bir futbolcu grubu vardı Galatasaray’da.
– Üçüncü katman olarak Hamzaoğlu’ndan bahsettiniz.
Gerçekte şampiyonluğun bir numaralı mimarı Hamzaoğlu’dur. Üstelik bu hiç tartışmasız böyledir. Hamzaoğlu takımı iki açıdan olumlu etkiledi. İlki iletişim ve motivasyon. İkincisi de saha içi organizasyon.
Hamzaoğlu her şeyden önce futbolcularla kurduğu iletişim anlamında önemli bir teknik isim. Çoğu gibi bağırıp çağırmadan, maç içinde memnuniyetsizliğini gösteren jestler yapmadan işini yapıyor Hamzaoğlu. Bu da Türkiye’nin son dönem ruhuna pek de uygun bir görünüm değil.
Türkiye yaklaşık son 5 yılda bağırıp çağıran, krizlerden beslenen, sürekli bir ya da daha fazla düşmana gerek duyan, toplumun önemli bir kesimini ötekileştiren bir liderlik modeline alıştırılmaya çalışıldı.
“Eyy”, “işte bunlar” hitapları hep bu despotik liderlik modelinin ürünüydü. Bu modelin futbol sahalarındaki ürünleri ise Fatih Terim ve Aziz Yıldırım’dı. Ancak son dönemde, bu modele rakip olarak, bağırıp çağırmadan işini yapan, çok kültürlülüğe, diyaloğa ve iletişime dayalı yeni bir liderlik modeli oluşmaya başladı. Siyasette bu modeli Selahattin Demirtaş ve Kemal Kılıçdaroğlu temsil ediyor. Bu modelin futboldaki karşılığı ise Hamzaoğlu. Dolayısıyla Hamzaoğlu’nun başarısındaki birinci etken futbolcu grubuyla kurduğu saygılı iletişimdir diyebiliriz.
– Peki motivasyon?
Türkiye’de motivasyon özellikle futbolda yanlış bilinen bir kavram. Motivasyon deyince, teknik direktörlerin maç başlarında ve devre aralarında yaptığı duygulu ve yüreklendirici konuşmalar anlaşılıyor. Halbuki bunun motivasyonla hiçbir ilgisi yok. Bunlar tabir caizse “gaz” konuşmalarıdır.
Motivasyon gerçekte, bir insanın bir işi yapma gerekçesi ve rasyonelidir. O işin yapılması sırasında ortaya çıkan kriz ve olumsuz durumlar karşısında o insanın işe ve amacına odaklanmasını sağlayan şeydir motivasyon. Gözlerin sürekli ufukta tutulmasını sağlar ve diz çökmeye aman vermez. Futbola gelirsek, Hamzaoğlu, futbolcularını, niçin ve nasıl oynaması gerektiği konusunda çok ciddi biçimde ikna etmeyi başaran bir hoca. Bir tür Ölü Ozanlar Derneği’nin efsanevi öğretmeni, Robin Williams’ın canlandırdığı John Keating karakteri gibi. Okurlar hemen anlamış olmalılardır; motivasyon derken aslında bir eğitim sürecinden bahsediyoruz. Bu nedenle John Keating örneği yanlış sayılmaz.
– Bunu nasıl örnekleyebilirsiniz?
Hamzaoğlu’nun eğitici kişiliğinin birçok örneği var. Hem Akhisar’da, hem de Galatasaray’da. Akhisar’daki örnekleri daha çok biliniyor. Örneğin Uğur Demirok; Galatasaray alt yapısından çıktıktan sonra Hamzaoğlu’nun dokunuşu sayesinde seviye atladı. Mesela Oumar Niasse. Senegal’in bilinmeyen bir takımından Akhisar’a 250 bin Euro bonservis ücretiyle geldikten bir yıl sonra 5.5 milyon Euro’ya Rusya’ya gitti. Keza Güray Vural ve Bilal Kısa.
Hamzaoğlu döneminde milli takıma kadar yükseldi Bilal Kısa. Üstelik Türkiye’nin en iyi orta saha futbolcusu olarak adlandırılan Selçuk İnan’ı bazı kategorilerde ciddi biçimde geçen bir futbolcu Bilal Kısa.
– Konudan biraz sapmış olacağız ama hangi kategoriler bunlar?
Mesela “interception” diye adlandırılan pas arası yapmada. Yani iki rakip futbolcunun paslaşması sırasında oyunu doğru okuyarak pas yolunu kesip topa sahip olmada… Başarılı pas sayısında, “anahtar pas” dediğimiz golle sonuçlanan ataklarda topu asist yapacak olana aktarmada, gol şansı yaratmada, yatarak top kazanmada, hava mücadelelerinde, faul kazanmada gibi. Ama sorsanız Galatasaray taraftarına, çoğunluğuna göre ortalama ve gereksiz bir transferdir Bilal Kısa. Halbuki böyle bir futbolcuyu Galatasaray bonservis vermeden ve günümüz şartlarında yıllık 800 bin Euro gibi çok ekonomik bir maliyetle transfer etti. Bunu Hamzaoğlu’na borçlu Galatasaray.
– Hamzaoğlu eğitici kişiliğini Galatasaray’da nasıl gösterdi?
Galatasaray’ın şampiyonluğa ulaşmasında önemli rol oynayan faktörlerden birisi de kuvvetli bir yardımcı rol performansıydı. İlk 11’in parçaları olmamalarına karşın Yasin Öztekin, Emre Çolak, Sabri Sarıoğlu, Hakan Balta ve Hamit Altıntop çok önemli sorumluluklar üstlendiler sezon boyunca. Almanya altyapısı ürünü Hakan Balta’nın ve Hamit Altıntop’un motivasyon konusunda Hamzaoğlu’ndan çok etkilendiklerini pek söyleyemeyiz, çünkü Almanya’da bir futbolcuya öğretilen ilk şey profesyonel düşüncedir. Ama özellikle Yasin Öztekin, Hamzaoğlu döneminde bambaşka bir futbolcuya evrildi; golcü ve asistçi kanat forvet olmak yolunda büyük bir adım attı. Keza Emre Çolak, önemli anlarda takımın liderliğini üstlendi, ki attığı güzel ve akıl dolu goller bunun göstergesidir. Önümüzdeki sezon, Yasin Öztekin ve Emre Çolak’ın futbollarını daha da olgunlaştırmalarının yanı sıra takımda kalmaları durumunda Tarık Çamdal, Olcan Adın, Koray Günter’in ve yeni transfer Jem Paul Karacan’ın da ciddi bir eğitim sürecine gireceklerini tahmin edebiliriz.
– Peki bu eğitim süreci Bruma’da niçin çalışmadı?
Esasında tam da çalışmadı diyemeyiz. Hamzaoğlu’nun ilk kez Galatasaray başında çıktığı Eskişehirspor kupa maçındaki Bruma performansı önemliydi. Belirli bir yere kadar bu eğitim süreci iyi çalıştı. Ama bir yerde stop etti bu eğitim ve gelişim. Ancak bu sonuçta nedenleri Hamzaoğlu’nun eğitici niteliğinden daha çok, Bruma’nın muhtemelen hiçbir zaman değişmeyecek karar kalitesizliğinde aramalıyız. Ki Avrupa’nın önemli futbol kulüplerinin scout raporlarında Bruma’nın karar kalitesizliğine ciddi biçimde yer verilmişti. Ama transfer olurken nedense Galatasaray’da ciddiye alınmadı bu rapor.
– Ayrıca başka olumsuz süreçler de oldu değil mi?
Kesinlikle. Mesela hem futbolcuların kendilerine iyi bakmaması, hem de devre arasında para kazanmak için kötü sahalarda yapılan maçlar nedeniyle Galatasaray’ın omurgası ciddi bir hasara uğradı. Galatasaray omurgasının temel isimlerinden Semih Kaya ve Burak Yılmaz ligin ikinci yarısının bir bölümünde katkı veremediler takıma sakatlıkları nedeniyle. Bunlara fıtık ameliyatı nedeniyle takımdan ayrı kalan Felipe Melo’yu da eklemeliyiz. Dönem oldu Muslera’dan başlayan ve santrforda biten omurga çizgisinin en önemli üç ismi Semih Kaya, Melo ve Burak Yılmaz yer alamadı takımda. Ama Hamzaoğlu her zaman için bir çözüm buldu bu olumsuzluklara.
Burada tabii, Melo’nun yokluğunu aratmamak bir yana, takımın oynadığı futbolu daha ileri taşıyan Hamit Altıntop performansına da parantez açmak gerekiyor. Altıntop orta saha oyuncusunun savunma anlamında sadece “tackling”, yani yatarak top kazanmasının yeterli olmadığını, takımın merkezini ileriye taşımak suretiyle hücumda da önemli rol üstlenmesi gerektiğini gösterdi herkese. Bunu sanırım sadece Altıntop’un profesyonelliğiyle açıklayamayız. Elbette Hamzaoğlu’nun ciddi bir payı var bu yama işleminde.
– Özet olarak ne değişti Hamzaoğlu döneminde temel olarak?
Bu sorunun yanıtını tüm Türkiye biliyor: Takım kimyası. Ancak bu, üzerinde durulması gereken önemli bir konu. Çünkü verilen örnekler hep aynı. İşte deniyor ki, Hamzaoğlu geldiğinde birbirleriyle konuşmayan çok futbolcu vardı. Prandelli’nin iletişimi kötüydü.
Hayır; Prandelli, iletişimi çok kuvvetli bir teknik direktördü. Kişisel iletişiminde sorun yoktu. Mesele şuydu. Prandelli’nin bazı seçimleri vardı ve bu seçimleri konusunda futbolcu grubunun önemli bir bölümünü iletişimi iyi olmasına karşın yine de ikna edemedi. Edemezdi de. Zira temel sorun futbolcu grubunu ikna edememesi değil, seçimlerinin yanlış olmasıydı. Yanlış olan fizik olarak neredeyse hazırlık yapmadan gelen Blerim Dzemaili ve Goran Pandev gibi futbolcuları doğrudan ilk 11’e alması ve düzenli oynatmasıydı. Bu uygulamalar forma adaletinin sağlamaması anlamında futbolcu grubunun zihninde ve vicdanında hasarlara yol açtı.
Peki Prandelli gibi zeki bir insan niçin böyle bir hata yaptı. Basit; İtalyanca dışında dil bilmediğinden. Sandı ki İtalyanca bilen Dzemaili ve Pandev sahada istediklerini daha iyi yerine getirecek. Hamzaoğlu işte bunu düzeltti. İyi olana formayı vererek bozulmuş olan takım kimyasını düzeltti.
– Hamzaoğlu’nun takım kimyasını hemen düzelttiğini söyleyebilir miyiz?
Hayır. Son dönemece kadar bu kimyanın mükemmel olduğunu söylemek yanlış olur. Çünkü takım içindeki fay hatları öyle birden düzelmiyor. Bunu Bursaspor’la oynanan Türkiye Kupası finalinde Sabri Sarıoğlu ve Felipe Melo arasında yaşanan tatsız tartışmayı izleyince daha iyi anladık. Bu derin fay hatları nedeniyle bazı maçların bazı bölümlerinde çok kırılgan hale geldiğini gördük Galatasaray’ın. Buna örnek olarak Arena’daki Balıkesirspor maçının son bölümü verilebilir. Rahat giden maç 3-0’dan 3-3’e gelebilirdi. Aslında Yasin’in yerine giren oyuncunun Dzemaili olduğu düşünülürse 2-0’dan 2-2’ye gelen Arena’daki Başakşehir maçının sonucunu da yine hemen düzelmeyen takım kimyasına bağlayabiliriz. Yani belki Yasin’in çıkması değil, Dzemaili’nin girmesi takımı durdurdu.
– Yeni sezona geçmeden önce önemli bir soru. Şampiyonluk bir yandan, Muslera ve Sneijder’ın son dönemeçteki performanslarına, bir yandan da Galatasaray’ın finallerin takımı olmasıyla özdeşleştiriliyor.
İlkinden başlayalım. “Atanın ve yiyenin iyi olması” televizyon kanalı yorumcularının saptaması. Deniliyor ki, Galatasaray, atanla tutanı iyi olduğu için şampiyon oldu. Yani atanla tutan bağımsız bir değişken olarak konumlandırılıyor. O zaman aynı atan ve tutan geçen sene de oynuyordu, niçin şampiyon yapamadılar Galatasaray’ı?
Keza Prandelli döneminde de atanla tutan aynı değil miydi?
Ayrıca şu da var; son dönemecin en kritik altı maçına baktığımız zaman Galatasaray’da Burak Yılmaz, Yasin Öztekin ve Wesley Sneijder’ın 2’şer, Selçuk İnan ve Hakan Balta’nın ise birer gol attığını görüyoruz. Görüldüğü gibi belirgin bir atanı yok son dönemeçte; son altı maça beş kişi skor katkısı vermiş, dolayısıyla kolektif bir etkinlik söz konusu.
Bir gerçek var; Hamzaoğlu geldiğinde Sneijder’ın sadece üç golü vardı; üstelik bunların ikisi aynı maçtaydı. Yani sadece iki maçta gol atmış bir Sneijder vardı. Bu durum beş hafta daha sürdü, Sneijder beş hafta suskun kaldı. Aynı süre içinde Aurélien Chedjou’nun da üç golü vardı. Sneijder 17. ve 33. haftalar arasında yani 16 maçta 7 gol attı. 21’inci haftaya kadar ortada olmayan Yasin Öztekin son 12 haftada 5 asist yaptı, 4 gol attı. Tüm bunların gösterdiği bir şey var: Hamzaoğlu döneminde takımın saha içi organizasyonu gelişti, bu da tek tek tüm futbolcuların performanslarının daha da artmasına neden oldu. Şampiyonluğu bu saptama üzerinden okumak daha doğru olur.
Ayrıca atanla tutanın iyi olması kupa getirseydi Lionel Messi’li Arjantin’in şimdiye kadar üç dünya kupası kazanması gerekirdi. Ya da Manuel Neuer ve Robert Lewandowski-Thomas Müller ikilisinin Bayern Münih’e Şampiyonlar Ligi’ni kazandırması gerekirdi son iki sezonda.
– Galatasaray’ın finallerin takımı olması saptamasına ne diyeceksiniz?
İlginçtir, lig tarihine baktığımız zaman Galatasaray’a finallerin takımı diyebileceğimiz bir durum görmüyoruz. Örneğin ligin iki ayaklık ilk finalini kaybeden takım Galatasaray olmuştu; hem de ilk maçtaki 1-0’lık galibiyetine rağmen. O meşhur fileleri delen golün atıldığı maçın rövanşında 4-0 yenilerek lig şampiyonluğunu kaybetti Galatasaray.
Keza 1960-61 sezonunda sondan bir hafta önce İstanbulspor’a yenilmese şampiyon olacaktı takım.
Galatasaray 1975, 1979, 1983, 1986, 1991, 1995 ve 2001, 2005 ve 2010’da son dönemece kadar avucunda tuttuğu şampiyonlukları ligin final bölümünde kaybetti. Toplam 9 şampiyonluk kaybetti Galatasaray son dönemeçte.
Toplam lig tarihinde Galatasaray’ın son dönemeçte yaptığı atakla geriden gelip kazandığı şampiyonluk sayısı ise 4 tane; 1987, 2006, 2008 ve 2015.
Demek ki, “Galatasaray finallerin takımıdır” önermesi, tüm lig tarihi dikkate alındığında pek doğrulanan bir önerme değil.
– Ama Galatasaray kupa takımıdır önermesi galiba doğru?
Evet. Türkiye Kupası ilk kez 1962-63 sezonunda start aldı ve Galatasaray 2005 yılına kadar, yani 43 yılda tam 19 kez Türkiye Kupası’nda final oynadı, bunların 14’ünü de kazandı. Galatasaray’ın bilinen ilk karakteri kupa takımı olmasıdır. Kupa takımı derken Galatasaray’ın sezon değil günlük performansının tavan yapma kapasitesinden söz ediyoruz. Zaten Galatasaray’ın Avrupa takımı olmasında da bu karakter başrol oynadı. 2000’de UEFA Kupası’nı kazanana dek Galatasaray Kupa 1’de (eski adı Şampiyon Kulüpler Kupası olan UEFA Şampiyonlar Ligi) üç kez çeyrek final, bir kez yarı final oynamıştı. Ki Kupa 1’de bir Türkiye takımının elde ettiği en büyük başarı hâlâ bu yarı finaldir. Kupa 3’te (sonradan kaldırılan Kupa Galipleri Kupası) de bir çeyrek finali vardı. 2000’de kazanılan iki Avrupa kupasından sonra Galatasaray Kupa 1’de iki kez daha çeyrek final oynadı.
– Kupa ve ligi üst üste koyarsak?
Galatasaray 2000’den sonra lig takımı oldu. O zamana dek kupa takımıydı ve ligde sadece iyi bir kuşak yakalayınca üst üste şampiyonluk kazanabiliyordu. Ama belirli bir kuşak yaratamamışsa, ligde şampiyonluk yarışının dışında kalıyordu. Nitekim Galatasaray’ın lig ikinciliklerinin sayısı çok azdır. Galatasaray bu döngüyü 2000’den sonra kırdı ve elde ettiği 6 şampiyonluğun 4’ünü üst üste kazanmadı. Tek istisna 2012 ve 2013’te üst üste kazanılan iki yıldır. 2000’den önce ise kazanılan 14 şampiyonluğun sadece biri, 1969 şampiyonluğu, üst üste değildir. Diğer 13 şampiyonluk peş peşe kazanılmıştır: 1962-1963 (üst üste iki yıl), 1971-1973 (peş peşe üç yıl), 1987-1988 (üst üste iki yıl) arasında, 1993-1994 (peş peşe iki yıl) ve 1997-2000 (üst üste dört yıl).
Kısaca Galatasaray’ın temel karakteri kupa takımı olmasıdır, iyi bir kuşağa sahip olunca ligi domine eder. Ama bu karakter son dönemde biraz değişti.
– Önümüzdeki sezona geçelim artık. Geçen gün Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Tanman bir açıklama yaptı. Nasıl okumalıyız bu açıklamayı?
Temelde Cüneyt Tanman üç kategoride transfer yapılacağını söyledi. İlk kategori, doğrudan ilk 11’e aday futbolcular. İkinci kategori, kenardan girince fark yaratabilecek tecrübeli oyuncular. Sonuncu kategori de genç yıldız adayları.
Son kategoriden başlayacak olursak. Galatasaray’ın 28 kişilik kadrosunda, 3-4 tane yıldız adayı bulunacak, böyle anlıyoruz. Bunlardan birisi muhtemelen Sinan Gümüş olacak. Henüz fizik ve mantalite olarak Süper Lig ayarında olmasa da Sinan Gümüş’ün bu yıl rotasyon oyuncusu olabilmek için ciddi bir mesafe kat edebileceğini düşünebiliriz. Anladığımız kadarıyla Galatasaray Sinan Gümüş’ün yanına yerli ya da yabancı 2-3 genç oyuncu daha eklemeyi planlıyor.
Gelelim ikinci kategoriye. Yani kenardan girip fark yaratabilecek tecrübeliler. Kanımca Bilal Kısa bunların başında yer alıyor. Tanman’ın listede olduğunu söylediği Oumar Niasse’yi de bu kapsamda görebiliriz. Keza yine adı geçen Güray Vural da bu kategoride yer alabilir rahatlıkla. Benzer biçimde Lukas Podolski de bu etkiyi gösterir.
Gelelim ilk kategoriye, taraftarın meraklı beklediği ilk 11’e girecek transferlere. Galatasaray muhtemelen bu kategoride en fazla 2-3 oyuncu transfer edecek. Mali durum buna işaret ediyor. Bu oyuncuların pozisyonlarını bilmiyoruz ama birisi orta saha, birisi de forvet olabilir.
– Jaan Huntelaar, Alexandre Pato ve Lukas Podolski isimleri çokça geçiyor forvet hattında?
Aslında isim bazında konuşmadan konuyu ele almak daha doğru. Pivot santrfor transferinin Galatasaray’ın oyun yapısını bozacağını söyleyebiliriz. Naçizane, Burak Yılmaz ve Sneijder’li bir kadronun pivot santrforla oynayamayacağını düşünüyorum. Ha oynar, ama bu sefer de çok dengeli bir takım olmaz. Bunu Didier Drogba’lı zamanlardan, takımın ilerideki Sneijder, Burak Yılmaz ve Drogba’yı taşıyamadığı dönemlerden biliyoruz. Bu dediğim 4-4-3, 4-4-2 ve 4-2-3-1 gibi tüm formasyonlar için geçerli.
Daha dengeli bir takım olmak için Burak Yılmaz’ı kesmeyi düşünebilirsiniz. Ki çoğu Galatasaraylının aklına da bu gelir. Ama bu büyük bir yanlış olur. Çünkü her ne kadar Burak Yılmaz pivot değil, pivotun açtığı koridorlara sızan yardımcı santrfor karakterine sahip bir forvet de olsa, yılda ortalama 20 gol barajına ulaşan bir futbolcu. Santrfor olarak adı geçen hangi oyuncunun ligde 20 gol barajına ulaşabileceği garanti edilebilir?
– Yani?
Yani ligde ortalama 20 gol atan bir futbolcuyu kesip onun yerine ligde 20 gol atması şüpheli bir oyuncuyu koymak çok rasyonel değil. Doğru bir analiz yapmak için Galatasaray’ın en temel sorununu saptamamız lazım. Galatasaray’ın en temel yapısal sorunu takımın merkezini ileri taşıyamamak aslında. Topu üçüncü bölgeye kanattan ustalıkla götürseniz bile takımın merkezini ileriye taşımamış ,iseniz rakip bölgesinde topa sahip olmanız pek mümkün olmuyor. Takımın merkezi ileri nasıl taşınır peki?
İki temel yolla.
İlki pas organizasyonu bu temel yolların. Mesela Barcelona böyle ilerler genelde. İkinci yol da topu kaybetmeden süren oyuncular üzerinden. En doğru kombinasyon ise bu ikisini beraber yapabilmek. Yani hem topu sürebilen oyuncular üzerinden, hem de pas organizasyonuyla aynı anda.
Galatasaray’da eksikliği en çok hissedilen oyuncu karakteri, topu kaybetmeden süren oyuncu profili. Engin Baytar’ın dönemsel ve Bruma’nın bazı anlardaki performanslarını hariç tutarsak Arda Turan’dan sonra bu karakterde bir oyuncusu olmadı Galatasaray’ın. Şu anki kadroda ne Sneijder, ne de Yasin Öztekin bu karakterde oyuncular değiller. Bu ikisi temelde pas organizasyonuyla ilerleyebiliyorlar. Topu ise önlerinin boş olduğu alanlarda sürebiliyorlar. Ama topla birlikte aynı anda ivmelenemiyorlar. Bu konuda Yasin Öztekin’in tek farkı topsuz alanda ivmelenebildiği zamanlarda bu ivmesini topla birlikte sürdürebilmesi. Mesela Beşiktaş’a attığı gol böyle bir ivmelenmenin sonucuydu. Ama bu onu topu süren oyuncu kategorisine sokmuyor.
– Yani kanat oyuncusu diyorsunuz Galatasaray’ın en büyük eksiği?
İlla kanat olmasına gerek yok, hem kanat hem de merkezde topu kaybetmeden sürebilecek lider bir futbolcuya ihtiyacı var Galatasaray’ın. Bu oyuncunun uzaktan şut tehdidinin de olması da gerekiyor ki, kolayca marke edilemesin. Yani karşısındaki savunmacı şut mu atacak, pas mı verecek, yoksa çalım mı atacak tereddüdünü yaşamalı bu oyuncu karşısında. Esasında modern ve kıvrak bir 10 numaradan bahsediyoruz.
Eğer böyle bir futbolcu transfer edebilirse Galatasaray, Sneijder’dan alınacak verim daha da artacaktır. Zira şu an rakip ceza sahasındaki takım arkadaşlarını en çok besleyen futbolcu durumunda Sneijder. Ondan bu misyonu alacak başka bir oyuncu çıkarsa Sneijder’ın gol ve asist istatistikleri de yukarı tırmanacaktır. Aynı şey Yasin Öztekin, özellikle de Burak Yılmaz için de geçerli olacak. Bu dörtlüye arkadan Selçuk İnan’ın ve Bilal Kısa’nın ve de kanat beklerinin de katıldığını düşünürsek hücum seçenekleri dramatik olarak güçlenmiş olacaktır Galatasaray’ın.
– Bu kapsamda transfer stratejisini değerlendirecek olursak neler söylenebilir?
Galatasaray 11 olarak Türkiye’nin en iyi kadrolarından birine sahip hâlâ. Ama aynı şeyi rotasyon futbolcuları için söyleyemeyiz. Bir benzetme yapmak gerekirse, Galatasaray tepe noktasıyla taban noktası arasındaki mesafenin oldukça uzun olduğu dik bir üçgene benziyordu. Örneğin Semih Kaya’nın yerinde Koray Günter oynayınca defans kalitesi ciddi olarak geriliyordu. Selçuk İnan’ın alternatifi bile yoktu. Bruma’nın yerine başka bir oyuncu aldığınızda takımın oyun yapısını değiştirmiş oluyordunuz. Çoğu Galatasaraylı beğenmez ama ligde 11 gol, 2 asist üretmiş olan Umut Bulut’un yedeği Goran Pandev’di, ki ligde skora katkısı hiç olmadı. Yani girenle çıkan arasındaki fark oldukça büyüktü Galatasaray’da.
Hamza Hoca şimdi takımın tabanını yukarı doğru itmeye çalışıyor. Bilal Kısa ve gündemdeki Oumar Niasse transferlerini bu açıdan okumamız lazım. Burak Yılmaz çıkıp yerine Niasse girince takımın futbol kalitesi düşmez. Ya da Selçuk İnan’ın yerine Bilal Kısa oynarsa takımın organizasyonu değişmez. Taban tepeye çok yaklaşıyor artık.
Tabii takımın toplam kalitesini yukarı çekmenin tek yolu transfer değil. Motivasyon kapsamında sözünü ettiğimiz eğitim de önemli. Daha önce değinildiği gibi eğer kalacaklarsa Olcan Adın ve Tarık Çamdal’dan da Yasin Öztekin’inkine benzer patlamalar beklemeliyiz.
– Niasse ve Bilal kısa transferlerinin UEFA Şampiyonlar Ligi için yeterli olmayacağı söyleniyor.
Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmak gerekli. Galatasaray’ın hedefleri ve amacı nedir?
Galatasaray’ın amacı bellidir. Spor etiğine uygun biçimde, Galatasaray markasının ve operasyonlarının değerini artıracak biçimde güzel futbol oynamak ve futbolda yaratacağı artı değerle kulübün borç yükünü azaltmak olmalı Galatasaray’ın amacı.
Galatasaray’ın hedefleri de bellidir.
Birinci hedef ligde şampiyon olmak ve ülke dominasyonu sağlamaktır.
İkinci hedefi Şampiyonlar Ligi’nde grup aşamasında başarı yakalayarak bir üst tura çıkmaktır.
Üçüncü hedef ise Türkiye Kupası’nı kazanmaktır.
Galatasaray’ın vizyonu ise Avrupa’nın finansal açıdan en kuvvetli 10 kulübü arasına girmek, Şampiyonlar Ligi’nde yarı final ve final seviyesine sıçramaktır. Çünkü vizyon dediğimiz şey 10 yıl sonra kulübü nerede görmek istiyorsunuz sorusuna verdiğiniz yanıttır. Ancak çoğu insan örneğin Robin van Persie benzeri futbolcu transfer etmeyi vizyon sanırlar.
Bazılarınınki o seviyededir, ama çok şükür Galatasaray’ın vizyonu hiçbir zaman transfer üzerinden tariflenecek denli sığ olmadı.
Şampiyonlar Ligi seviyesine dönecek olursak; önemli olan takımın saha içi organizasyonudur ve daha da önemlisi takım olmaktır. UCL’de başarı tek tek futbolcuların kalitelerinin toplamıyla izah edilemez. Zaten öyle olsa turnuvayı oynamadan kupayı Real Madrid’e verirlerdi. Çok değil iki yıl önce Galatasaray UCL’de çeyrek finale çıkarken stoperi Dany Nounkeu, kanat oyuncusu Nordin Amrabat, santrforlar da Umut Bulut ve Burak Yılmaz’dı. Yedekten giren oyuncusu ise Aydın Yılmaz.
Son olarak şunu söylemek doğru olacak. Türkiye’de oynanan futbol Avrupa’nın oldukça gerisinde. Tek tek performanslar bunu değiştirmiyor. Bu nedenle UCL’de hemen çeyrek final hedeflemek hiç gerçekçi değil. Önemli olan oralarda tutunmak. Bu da üst üste koymakla mümkün.
Örneğin iki yıl önce Galatasaray’ın son 16’da elediği Schalke 04 her yıl ya son 16’ya kalıyor, ya son 8’e. Keza bir yıl önce yine Galatasaray’ın son 16 dışına attığı Juventus bu yıl UCL’de final oynadı.
Demek ki bize oranla bazı şeyleri doğru yapıyorlar.
(iskenderbaydar.com’dan alınmıştır)