‘Payitaht Abdülhamit’in ‘Parvus’u Kevork Malikyan: İsim değiştirmek istemedim
Fotoğraf çerçeveleri, yastıklar, şallar, fincanlar, porselenler, kahve sehpasının üzerine yerleştirilmiş içi meyve dolu kaseler ve kitaplar… Parvus karakterini canlandırdığı ‘Payitaht Abdülhamit’ dizisi nedeniyle kaldığı İzmit’te, iki ayda eve dönüştürülmüş bir otel odası… Farklı şehirlerde, ülkelerde sürdürülmüş 74 yıllık bir hayatın ardından Kevork Malikyan, nerede bulunuyorsa orayı eve dönüştürmeyi iyi biliyor. Onunki, 1915’ten sağ çıkmayı başarmış iki Ermeni çocuğun, Diyarbakır ‘Gavur Mahallesi’nde kurduğu aile ile başlayan, İstanbul’da ruhban eğitiminden İngiltere’de tiyatro sahnelerine, ABD’de film setlerine uzanan bir hikâye. Kariyerinde Ridley Scott, Alan Parker, Steven Spielberg gibi önemli yönetmenler, Royal Shakespeare Company, Royal Shakespeare Theatre, Shakespeares Globe’da sahnelenmiş oyunlar, yıllardır izlenen diziler var. Yarım asırlık kariyerini, çemberi kapatmak için döndüğü Türkiye’de, Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen etkinlikle kutladı. Tuğba Esen’in kaleme aldığı biyografisi ise ‘Aktör Dediğin Nedir ki’ ismiyle Aras Yayınları’ndan, Kevork Atinizyan desteğiyle çıktı.
‘Önüne geleni yaşamak’ diye bir şey varsa, hayatınız bu felsefesinin vücuda gelmiş hali gibi. Yaşamınızla ilgili önemli kararları hep başkaları almış.
– Hakikaten öyle ama bazı yalnız zamanlarımda düşünüyorum da, iradem olsaydı ve bazı şeylere de “Yok” deseydim.
Bu şansınız olsaydı, hayatınızda nelere hayır derdiniz?
– Ülkeden ayrılıp İngiltere’de tiyatro eğitimi almaya gitmeseydim ne olurdu acaba? Ya da Diyarbakır’dan İstanbul’a gelmeyi kabul etmeseydim… Bizim kültürümüzde itiraz yoktu, ailen ne derse, büyüklerin ne derse onu yapardın. Bugün de bizim ülkede böyle yapmıyor muyuz? Her şeye evet dedim.
Ama sonuç kötü olmamış…
– Hayır olmadı. Bunu şimdi konuşmak kolay tabii ama yaratıcı birinin daha devrimci olması gerekir. Yaratıcı biri her şeye evet demez, araştırır. Diyarbakır’da, 10 yaşında dünyadan haberim yoktu ki benim, nerede gelip de İstanbul’da ruhban okulunda rahip olmak için eğitim alayım. 1953’te, Ermeni rahip Sahak Papazyan, yetenekli öğrencileri seçip götürmek için Diyarbakır’a gelmişti. Babam aldı beni karşısına, “Bak oğlum, ben her şeyimi kaybettim. Çocuklarıma eğitim verecek varlığım kalmadı. Ama sen İstanbul’a gidersen iyi bir eğitim alabilirsin. Bizi hiç düşünme, git” dedi. Dünyanın en açık zihinli insanlarından biriydi. Sivas’taki evlerinin kapısı 1915’te çalındığında 11 yaşındaymış ve daha o yaşta Ermenice’nin yanı sıra akıcı bir Fransızca, Türkçe, Kürtçe konuşuyormuş. Sivas’taki Fransız lisesinde öğrenciymiş. Neleri kaçırdığının farkındaydı, çocuklarına neleri veremeyeceğinin de… Benim için fırsat penceresinin açıldığını gördü ve gönderdi. Hayat önümüze çıkan fırsatlardan ibarettir, o fırsatları değerlendirmek gerek.
Üsküdar’daki Surp Haç Tıbrevank’ta bir fırsat daha çıkıyor önünüze…
– Okulda Shakespeare’in Hamlet’ini sahneliyorduk. İngiliz rahip Harding, beni sahnede görünce İngiltere’de oyunculuk eğitimi almam gerektiğini düşündü ve Başpatrik Kalustyan’la konuşup tüm girişimleri, ayarlamaları kendisi yaptı. Gülbenkyan Vakfı’ndan, Ermeni Genel Hayırseverlik Derneği’nden burslar ayarlardı. Elbette benim de giriş sınavlarını geçmem gerekiyordu.
“Herkes “Sen nasıl 74’sün, 60 yaşında gösteriyorsun’ diyor. Belki meselelere takılıp kalmadığımdandır. Düşünmek, saplanıp kalmak yalnızca acı getirir. Hayatım boyunca yoluma devam ettim. Hiçbir şeyin kanserleşmesine izin vermemek lazım.”
Evlilik teklifi de sizden değil eşinizden gelmiş…
– Evet. Evliliğin ne demek olduğunu bilmem gereken yaştaydım, 24’ümdeydim ama bilmiyordum. Bildiğim tek evlilik annemle babamınkiydi. Onlar da, 1915’te kendilerini evlerine alan iki Kürt aile tarafından evlendirilmişti. Uzun süre birer Ermeni çocuk sakladıklarını korkudan kimseye söylememişler. Eşim Maida “Benimle evlenir misin” dedi, ben de “evet dedim. Bazı şeyleri üzerinde fazla düşünmeden yapmak belki de daha iyi. Baştan hayır derseniz, neyi kaçırdığınızı bilemezsiniz. İki çocuğumuz (Sonia ile Sevan) oldu, muhteşemdi.
Hayır dediğiniz tek şey, kariyer için isminizi değiştirme önerisi olmuş sanırım.
– Dünyada bir miktar ırkçılığın olmadığı ülke yok. 1967’de ajansım ismimi değiştirmeyi önerdiğinde, benim henüz farkında olmadığım bir şey biliyordu. Ama bana neden değiştirmem gerektiğini söylemediler. “İsmini değiştirmek ister misin” diye sordular, istemedim. Neden istemedim onu bile bilmiyorum. Kevork Malikyan, saf Ermeni bir isim. Pek çok Yahudi aktörün, şöhreti yakalamak için ismini değiştirdiğini sonradan öğrendim. O günlerde Hollywood da ırkçıydı. Charles Aznavour bir keresinde, değiştirmese Ermeni isminin Fransa’daki kariyerinde engel olacağını söylemişti. İsmimi değiştirsem ne olurdu bilmiyorum, “şöyle yapsaydım ne olurdu” diye düşünerek tüm hayatınızı gözden geçiremezsiniz.
Değiştirseniz, hangi ismi alırdınız?
– Kevork’un İngilizce karşılığı George. Malikyan da Malik olurdu sanırım.
Kitapta “Hayat ille de tek bir yerde yaşayınca değil ama yaşadığın yerde barış, uyum ve rahat içinde olunca güzel. Sanırım bizim kuşağımız bu huzuru bulamadığı için hep kaçtı” diyorsunuz. Gittiğiniz yerlerde huzur bulabildiniz mi?
– Nasıl bulabilirsin?… İngiltere’de küçük olaylar dışında huzurumuz vardı, bir olumsuzlukla karşılaşmadım. Üzerimde bir baskı yoktu. Ama doğduğun toprakta özgürlük bulamıyorsan, başka yerde nasıl bulasın? 20 yaşında tek kelime İngilizce bilmeden gittim. Kendimi yeniden yabancı olarak buldum, adapte olmaya çalıştım. Hayat gailesi içinde sistemin bir parçası olup üzerine düşünmeye vakit bulamıyorsun.
Ev sizin için neresi?
– Neredeysem orası ev artık bana.
Kitapta, Türkiye’ye dönüşünüzü mesleki bir karar gibi anlatıyorsunuz. Türkçe’de oyunculuk yapmak istediğinizi söylüyorsunuz. 2011’de dönmenizin tek sebebi bu mu?
– Hasret de var. Doğduğu toprağı kimse unutamaz, unutmaması lazım. Türkçe oynamak nasıl, bakmak da istedim. Becerdim mi, bilmiyorum. İngiltere’de oyunculuk sınavlarına girmeden önce, 1962 yazında, İstanbul’da da konservatuvar sınavına girmiştim. Oyunculuğumu beğenmelerine rağmen, şivem yüzünden almadılar. Sonra tek kelime bilmediğim İngilizceyle, İngiltere’de sınav kazandım. Ülkenin en iyi tiyatro okullarından biriydi. Oyunculukta 50. yılımı burada kutlamak da o kadar yerinde oldu ki… O gece, bana bin tane Oscar ödülüne bedeldi. Dönmek, yapmam gereken bir şeydi.
Ama sonra yeniden ayrılıp Kıbrıs’a yerleştiniz…
– Çok yoruldum. Türkiye’de yaşamak zor. Dizi, sinema ve tiyatro endüstrisi de benim alıştığım gibi değil. Çok zor koşullarda çalışılıyor. Ama yine de enteresan diziler, filmler yapılıyor. Anlamadığım biçimde enerjik bir tiyatro ortamı da var.
Ben şimdi hayattaki tek Malikyan’ım benim de herkes gibi akrabalarım olmalıydı
1915’ten sağ kurtulmuş bir ailenin çocuğu olmak ne demektir?
– Öksüzlük demektir… Yalnızlık demektir… Haksızlık demektir… Diyarbakır’da arkadaşlarımla sokakta oynarken, “Bu akşam bize dedemler geliyor, halamlar geliyor” deyip eve erken dönerlerdi. Anama babama sorardım “Neden benim dedem yok, nenem yok” diye. Hep “Sonra anlatırız” dediler ama o ‘sonra’ hiç gelmedi. Benim gibi böyle bir dolu çocuk vardır; ne dede ne nene gördüler. Bugün annemle babam İstanbul’da gömülü. İki ağabeyim Almanya’nın farklı şehirlerinde vefat etti. Ablam birkaç ay evvel Paris’te hayatını kaybetti ve orada toprağa verildi. Ben şimdi yalnız, tek Malikyan’ım. Nerede benim amcalarım, dayılarım? Herhalde benim de, hepimiz gibi akrabalarım vardı. Dünyanın farklı yerlerine dağıldık, benim gibi çocuklarım da büyükbaba görmedi. Eşimin ailesi ve akrabaları 1915’te gemiyle hep birlikte Mısır’a kaçmış. O sayede anne tarafından teyze, dayı, dede gördüler en azından.
Anne-babanız, 1915’te sağ kalmayı nasıl başarmışlar?
– Babamın hikâyesini yedi yaşındayken, hamama gittiğimizde öğrenmiştim. Omzunun iki tarafındaki yara izini görünce sordum. Babam Mardiros, Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı Gasma (Kesme) köyünden. 1915’te, bunları köyün dışına çıkarıp sıraya sokuyorlar ve vurmaya başlıyorlar. Yakınlarında da bir koru var, oraya doğru kaçmaya başlıyor. Arkasından ateş ediyorlar, omzundan vurulup düşüyor. Adamlar da küçük çocuk, ölmüştür deyip gidip bakmıyorlar. Bir süre sonra kendine geliyor. Kurşun omzunun arkasından girip önden çıkmış. Ormanın içinden Diyarbakır’a kadar yürüyor. Orada bir Kürt aile ona bakıyor. Ama hangi yollardan, kaç gün yürüyor hiç bilmiyorum. Annem Tuma ise Diyarbakır Eğil doğumlu. 1915’te dört yaşında. Kadınları, çocukları ve yaşlıları topluyorlar. Annem, anneannemin kucağında. Annesinin vücudu koruyor, hayatta kalıyor. Ortalık sessizleşince o da yürümeye başlıyor ve bir başka Kürt aile de onu yanına alıyor. Annem neredeyse hiç konuşmazdı, çok sessiz bir kadındı. O şoktan olmalı.
Gavur Mahallesi’ndeki çocukluk
Çocukluğum Diyarbakır Hançepek’te, yani Sur’daki Gavur Mahallesi’nde geçti. Sur’a en son 2012’de Surp Giragos kilisesinin restorasyon sonrası açılışına gitmiştim. Şimdi Sur’dan geriye pek bir şey kalmadı. Dört Ayaklı Minare’ye giderdim çocukken, altında oturup seyrederdim. Aklım ermezdi o koca minare, dört tane ayağın üzerinde nasıl duruyor diye. O kadar güzeldi ki… Biz beş ayrı evde kiracı oturmuştuk. Genelde tek göz odalı evlerde yaşardık. Birden fazla ailenin bir avlu etrafındaki odalara yerleştiği, ortak bir mutfağı ve tuvaleti kullandığı evlerdi. Eski, taştan, büyük, büyülü evler… 200 Ermeni aile vardı Diyarbakır’da o zamanlar. Biz neden gavurduk, mahalle neden ‘Gavur Mahallesi’ydi, hiç anlayamazdım. Babama sorardım; “Dinleme oğlum, çocuklar öyle söyler” derdi.
“Dünyaya oyuncu olarak tekrar gelsem, Tanrı’dan beni 1.80 metre boyunda ve kalın dudaklı yaratmasını rica ederdim. Böylece gerçek bir yıldız olabilirdim.Talih benim yüzüme güldü
Ünü Türkiye sınırlarını aşmış mücevher tasarımcısı Sevan Bıçakçı, bir gün beni Çemberlitaş civarında bir restorana götürdü. “Kevork Abi, seninle tanışmayı o kadar istiyordum ki…. Babam ismini ağzından düşürmezdi. Kevork İngiltere’de şunu yaptı, bu filmde oynadı, kraliçeyle el sıkıştı…” diye anlatırdı hep” dedi. Kader işte… Rahip Harding, İngiltere’ye göndermek için beni değil Sevan’ın babası, benim okul arkadaşım Sımpat’ı da seçebilirdi, o da çok yetenekliydi.”
Filmografisinden…2016 The Promise – Teryy George
2014 Exodus: Tanrılar ve Krallar – Ridley Scott
2014 Kesik – Fatih Akın
2013 Şarkı Söyleyen Kadınlar – Reha Erdem
2012 Babalar ve Evlatlar (Dizi) – Cemal Şan
2004 Anka’nın Uyanışı – John Moore
1989 Indiana Jones – Steven Spielberg
1978 Geceyarısı Ekspresi – Alan Parker
1977 Mind Your Language – Stuart Allen