Yakın Markaj: Sepp Piontek

-Türkiye’de karşılaştığı en büyük sorun neydi? Fatih Terim’le ilişkisi nasıldı? Kendisini bir devrimci olarak görüyor mu? Haiti’de onu en çok ne şaşırttı?
-Görev yaptığı 11 yılda Danimarka Milli Takımı’na “Danimarka Dinamiti” lakabını kazandıran Piontek, 1990 yılında muhtemelen bundan çok daha zor bir sorumluluk üstlenmişti: Türk Milli Takımı’nı ayağa kaldırmak! Doğrusu milli takım o güne kadar küçük mutluluklar dışında tarihinin çoğunu sürünerek geçirmişti. Bu yüzden hamleler radikal ve yapısalcı olmalıydı. Danimarkalı teknik direktör tam da bunu yaptı ve üç yıl içinde A Milli Takımın altın çağının tohumlarını ekti. Bunu nasıl başardığını da FourFourTwo’ya anlattı…

-Türk Milli Takımı için transfer teklifi aldığınızda neler hissetmiştiniz?
-İlginç gelmişti. Çünkü ortada sürekli kaybeden bir takım vardı. 8-0’lık sonuçlar kanıksanmıştı. Bunu değiştirebileceğimi düşünerek bu teklifi kabul ettim.

-Türkiye’ye geldiğinizde nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
-Yeniden inşa edilmesi gereken bir takım vardı. Savunmada istikrarı sağlamamız gerekiyordu. İki yıllık bir çalışmayla bunu halletmeyi planlamıştım. Hücumda da eksiklikler vardı. Tanju Çolak ve Rıdvan Dilmen büyük yıldızlardı ancak sakatlıklar ve başka sorunlar nedeniyle verimli olamıyorlardı.

-Gördüğünüz en büyük sorun neydi?
-Disiplin! Takımda ciddi bir disiplin sorunu vardı. Gazeteciler oyuncularla aynı otelde kalmaları yetmiyormuş gibi onlarla odalarını da paylaşıyordu. Oyunculara antrenmanın bir ceza olmadığını anlatmak için uğraştım. Çalışma alışkanlıklarını ve yaşam stillerini değiştirmeye çalıştım.

-Yıldızların kadrodaki hâkimiyetini bir anlamda kıran isim oldunuz…
-Evet. Kadroya girmek için oynadıkları takımın önemli olmadığını anlamaları gerekiyordu. Ülkenin her yerinden oyuncuları iyi oynarlarsa çağrılabileceklerine inandırmak istedim. Milli takımda sadece İstanbul takımlarındaki yıldızlar oynayamazdı. Bu yüzden yetenekli oyuncuları bulmak için her takımı sıkı bir şekilde takip etmiştik. Abdullah Ercan, Hakan Şükür, Okan Buruk gibi isimler bu çalışmalar sonucunda şans buldular. Bu oyuncular hırslıydı ve başarıya açlardı. Bu durum takıma da hemen yansıdı. Daha önce farklı yenildiğimiz İngiltere’ye Wembley’de 1-0 yenilirken çok iyi oynamıştık.

-O maçı bir dönüm noktası olarak tanımlayabilir miyiz?
-Elbette. İlk kez büyük bir takımla başa çıkabileceğimizi göstermiştik. Ünal’ın şutu direkten dönmüştü. Şanssızdık ancak hırsımızla ve oynadığımız oyunla takdir toplamıştık.

-Türkiye’de çalıştığınız dönemde gördüğünüz en yetenekli oyuncular kimlerdi?
-Gökhan Keskin savunmada harikaydı. Tanju Çolak ise harika bir golcüydü ama kafasını futboldan başka şeylerle meşgul ediyordu. Çok daha iyi yerlere gelebilirdi. Rıdvan Dilmen de harika bir yetenekti ancak sakatlıklar onun kariyerini mahvetti. Ünal Karaman da takım için mücadele etmekten hiç vazgeçmezdi.

-Yardımcılığınızı yapan Fatih Terim’le ilişkiniz nasıldı?
-Eski bir oyuncu olduğu için Türk futbolunu çok iyi tanıyordu. Bana bu konuda çok yardımı oldu. Oyuncularla olan iletişimi de üst düzeydeydi. Onunla çalışmak işimi kolaylaştırmıştı. Günler geçtikçe onunla birbirimizden pek çok şey öğrenmeye başladık. Ben futbolu çok iyi biliyordum. O da Türklerin çalışma anlayışına hâkimdi. Dolayısıyla iyi bir ikili olmuştuk.

-Onun büyük bir teknik adam olabileceğini öngörmüş müydünüz?
-Tabii ki. Birlikte çalışacağımızı öğrenince hemen İngilizce öğrenmeye başlamıştı. Fatih, kendini geliştirmeyi hedefleyen genç bir antrenördü. Daha sonra hem Galatasaray’da hem de milli takımda başarılı olması beni de mutlu etti.

-Kopenhag’daki UEFA Kupası Finali’nde Galatasaray kafilesiyle birlikteydiniz. Bir Türk takımının başarısına yakından tanıklık etmek nasıldı?
-O maç için UEFA beni görevlendirmişti. Takıma yaşayabileceği sorunlarla ilgili yardımcı olmuştum. Kendilerinden emin bir görüntüleri vardı. Fatih’in kendine olan güvenini oyuncularına aşıladığını gördüm. Zaten sahaya çıktıklarında da bu güven sayesinde başarılı oldular. Arsenal gibi yıldızlarla dolu bir takımı yenerek bir Türk takımının da başarılı olabileceğini gösterdiler.

-Milli takımdan sonra Bursaspor’da da çalıştınız ama bu süreç çok uzun soluklu olmadı. Yanlış giden neydi?
-Ben göreve geldikten kısa bir süre sonra başkan değişti. Belirlenen hedefler de aynı ölçüde değişti. Yeni başkan farklı oyuncuları takıma getirmişti. Altı ay sonunda ben pes ettim.

-Danimarka ve Türkiye’de futbolun kaderini değiştirdikten sonra kendinizi bir devrimci olarak görüyor musunuz?
-Hayır. Ben sadece genç ve potansiyelli takımlara nasıl başarılı olabileceklerini gösterdim. İki milli takım da ben ayrıldıktan sonra da başarılı olmaya devam etti. Almanya’da ne gördüysem onu uygulamaya çalıştım!

-Futbolculuk kariyeriniz boyunca Werder Bremen’de oynadınız. Daha sonra takımın teknik direktörlüğünü de üstlendiniz. Bu size ne kattı?
-Evet 11 yıl boyunca orada oynadım. Daha sonra sadece antrenör olarak değil yönetici, sportif direktör olarak da görev yaptım. İyi bir antrenör olmak için ne gerektiğini orada öğrendim. Profesyonel futbolun içine girdiğim yerde antrenörlüğe de adım atmak öğrenmemi kolaylaştırdı.

-Werder Bremen’den sonra Haiti’de de kısa bir deneyiminiz oldu. Almanya’dan Haiti’ye gitmek garip değil miydi?
-Almanya’da oyuncularla aynı kültürden geldiğiniz için bir sorun yaşamazsınız. İşinizi yaptığınız sürece başarılı olursunuz. Haiti’de ise farklı bir disiplin anlayışı vardı. Futbola bakış Almanya’dakinden çok daha farklıydı. Orada farklı kültürle nasıl çalışabileceğimi öğrendim. Bu sayede Türkiye’ye geldiğimde büyük bir şokla karşılaşmadım. Zaten şokların en büyüğüne hazırlıklıydım.

-Ne gibi şoklar?
-Haiti’de her takımın büyücüsü vardı! Maçlardan önce oyuncularla vakit geçirirlerdi. Tanrıya şükür böyle bir şey Türkiye’de karşıma çıkmadı.

-Danimarka’yı çalıştırırken takım kaptanınız Morten Olsen’di. Daha sonra büyük bir teknik adam oldu. Onun böylesine başarılı olacağını düşünüyor muydunuz?
-Elbette. Danimarka’dayken benim sahadaki en büyük yardımcımdı. Futbol anlayışlarımız benzerdi. Taktiksel anlamda da iyi bir görüşe sahipti. Büyük bir teknik direktör olmasına hiç şaşırmadım.

-Futbolcuyken bir savunmacıydınız. Olsen ve Fatih Terim de öyle. Sizce savunma oyuncuları teknik direktörlüğe daha mı yatkınlar?
-Olabilir çünkü savunmada oyunu daha geniş bir açıyla görme şansınız oluyor. Ayrıca taktiksel anlamda bir hata yaparsanız takıma gol yedirebilirsiniz. Bu yüzden taktikler üzerinde daha çok durmanız gerekiyor. Teknik direktörünüzle iletişimde oluyorsunuz ve ondan bir şeyler öğreniyorsunuz.

-Kulüp takımında çalışmakla milli takımda çalışmak arasında ne gibi farklılıklar vardı?
-Bir kulüpte çalışırken üzerinize sadece o kulübün taraftarları baskı kuruyor. Ancak milli takımda görevdeyseniz sokaktaki herkes sizi eleştirebiliyor ya da takdir edebiliyor. Bu açıdan milli takımda çalışmak biraz daha zordu.

-Kariyerinizle ilgili bir pişmanlığınız var mı?
-Danimarka ve Türkiye gibi takımların büyük turnuvalara katılması hayal olarak görülüyordu. Ben kariyerimde bu hayallerin gerçeğe dönüşmesinde katkıda bulundum. Bu benim için kaldırılabilecek her kupadan değerlidir. Bu yüzden hiçbir zaman pişman olmadım. (fourfourtwo)

Önceki İçerikSerhat Ulueren, mesleki geçmişini anlattı: Faik Çetiner’i ben spor müdürü yaptım, ilk işi beni göndermek oldu!
Sonraki İçerikMacar kameramanın “çelmesi”, Suriyeli mültecinin kaderini değiştirdi!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz