Beşiktaş İletişim Koordinatörlüğü görevinden Trabzonspor hakkında attığı tweet nedeniyle ayrılmak zorunda kalan Rıdvan Akar, Beşiktaş’ı ve o dönem yaşadıklarını Standart Dergisi’ne anlattı:

Camialar; tek tek fertlerinin insan kalitesinin oluşturduğu toplam ile değer bulur. Beşiktaş’ı ve Beşiktaşlılığı oluşturan toplamın bir parçasının da Rıdvan Akar olması, bana hep mutluluk vermiştir. Standart Dergi’yi çıkarırken yapılacak ilk röportajın kendisiyle olmasını çok istedim. Tevazu gösterip, beni kırmadığı için, çok teşekkür ediyorum.

Cem Fante: İdealist Yapım adı altında yeni bir girişiminiz oldu. Planlarda neler var?

Rıdvan Akar: Aslında, kendi mesleki birikim ve tecrübeme dayanmak var. Yeniden gazeteciliğe bir şekilde bulaşmaya çalışacağım. Kişi ve kurum belgeselleri yapmak, kurumsal tarih araştırmaları yapmak istiyorum. Ve tabii ki bu bir ticari işletme olduğu için, bu ticari işletmenin ihtiyacı olan; tanıtım filmleri, kurumsal firmalara görsel arşiv hazırlanması gibi boyutları da içerecek şekilde; spektrumunu bir film prodüksiyon şirketinin ihtiyaçları ve arzı doğrultusunda hazırladık ve yola çıktık. Umarım başarılı oluruz.

Cem: Bir “Baba Hakkı” kitabının geldiğini duydum. Kitap şu anda ne durumda?

Rıdvan Akar: : Kitap tamamlandı. Yakında İnkılâp Yayınları’ndan çıkacak.

Şu anda yayın evinde redaksiyon aşamasında. Bazı dipnot problemlerimiz var, dipnotlarda ufak tefek karışıklıklarımız oldu, onları çözüyoruz. Umut ediyorum yakında çıkacak.

Bizi oldukça tatmin eden bir kitap oldu. Arkadaşım Sevecen Tunç ile beraber hazırladık, Sevecen’in Beşiktaş kulübünde çalıştığı dönemde. Oldukça iyi bir araştırma oldu, sanıyorum on bine yakın kupür taradık. Baba Hakkı ile ilgili yapılmış bütün çalışmalar, yazılmış yazılar, makaleler elden geçirildi. Baba Hakkı ile ilgili bazı şehir efsanelerini de sorgulama imkanımız oldu.

Mesela Baba Hakkı’nın Mithatpaşa Stadı’nın açılışında ıslıklanması ile futbolu bırakması bir şehir efsanesidir.

Cem: Ben de gerçek zannediyordum.

Rıdvan Akar: Bu, internette çok sık kullanılan, daha sonra bazı köşe yazarları da kullandığı için, onlardan yapılan iktibasla (alıntı) hep süre gelen bir şey. Oysa biz Baba Hakkı’nın o tarihten sonra, hatta 1949 yılına kadar Beşiktaş’ın belli maçlarında forma giydiğini tespit etmek imkanı bulduk.

Hatta Baba Hakkı’nın kendisini anlatırken: “Artık avukatlığa başlamıştım, bir gün arkadaşlar geldi; ‘bu maçta sana çok ihtiyacımız var’ diye. Onun üzerine işten çıkıp geceleri Şeref Bey’e gittim, top talimi yaptım. Belgrad Ormanları’na gidip koşu yaparak kendimi maça hazırladım. Çünkü çok uzun bir aradan sonra maça çıkacaktım” dediği anılarını da bulduk.

Dolayısıyla, hakikatten derli-toplu, Baba Hakkı’yı Beşiktaş taraftarlarına ve tüm sporseverlere doğru ve ayrıntılı anlatan bir çalışma oldu. Sanıyorum Süleyman Abi’nin kitabı boyutunda olacak. İçine elli civarında özel ve nitelikli fotoğraflar da koyacağız.

Benim bir hayalim var. Biz Beşiktaş tarihinde “Beşiktaşlı Duruşu” diye tabir ettiğimiz duruşu, aslında üç kişiye borçluyuz. Ve hep onları anarak o tarihi bir şekilde rafine ediyoruz. Şeref Bey, Baba Hakkı ve Süleyman Abi, Süleyman Seba. Tabii Şeref Bey’in kuruculuğu, azmi; Baba Hakkı’nın sahada gösterdiği performans, otoritesi, dürüstlüğü, kararlılığı, inancı ve Süleyman Abi’nin özellikle yönetici olarak ortaya koyduğu fair-play, tevazu, dürüstlük, rakibe saygı gibi özellikleri, biz sonrasında konsolide ettiğimizde bunlara; “Beşiktaş Duruşu” diyoruz.

Dolayısıyla ben Süleyman Seba kitabından sonra, bu Baba Hakkı kitabıyla da ikinci adımı atmış oluyorum. Eğer ömrüm vefa ederse bir üçlemeyle tamamlamak istiyorum.

Cem: Bir Şeref Bey kitabı da gelebilir yani?

Rıdvan Akar: Şeref Bey kitabı tabii zor bir kitap.

Baba Hakkı’da da örneğin 1931 yılında Milli Takım Kadrosu açıklandığında, Askeri Lise’den Hakkı diye çağrılmış. Bunu kupür olarak bulmanız o kadar zor ki. Çünkü Hakkı Yeten değil, bilmem ne Askeri Lisesi’nden Hakkı. Bunlara kadar çalıştık. Baba Hakkı’nın kendisini, özellikle Beşiktaş’a başladığı tarihe kadar özgeçmişini anlattığı, 1949 tarihli bir söyleşisini bulduk. O bizi çok rahatlattı. Çünkü Baba Hakkı 1910 doğumlu. Akranları, onu anlatabilecek insanlar kalmamış. Ona rağmen kırk civarında söyleşi yaptık.

Örneğin Galatasaray’ın efsanevi futbolcusu Bülent Eker’in son röportajı bizde. Şu arkada gördüğünüz CD’lerin tamamı Baba Hakkı röportajlarıdır. İnşallah; eğer imkan ve para bulabilirsek bir Baba Hakkı belgeseli de yapmak istiyoruz. Çünkü bir belgesel için gereken bütün materyaller elimizde var.

Cem: Bu işi camia olarak yaparız gibi geliyor.

Rıdvan Akar: İnşallah. Şeref Bey’deki sıkıntı da şu; Şeref Bey, yanlış hatırlamıyorsam 1933’de vefat etti. Şeref Bey’in hayatının asıl önemli bölümü Osmanlıca. Benim Osmanlıca bilgim yeterli değil, belki o aşamada bir Osmanlıca bilen Beşiktaşlı arkadaşımızdan yardım alabilirim, eğer böyle bir talep olursa. Çünkü ciddi bir kütüphane araştırması gerekiyor.

Cem: Bir arkadaş var aklımda yardımcı olabilecek.

Rıdvan Akar: Öyle mi? Harika. Şeref Bey belki diğerleri kadar şişman ve dolgun bir kitap olmayabilir ama; böylece bu üçlemeyi tamamladığımda Beşiktaş tarihini derli toplu –Vâla Abi ve Tuğrul’dan sonra- yerli yerine koyabilme imkanı bulacağım.

Cem: Beşiktaş Duruşu’nu oluşturan kahramanlar, bir araya gelmiş olacak.

Rıdvan Akar: İnkılap Yayınları Süleyman Seba kitabının yeniden basımını da yapacak sanıyorum. Böylece bu üçleme; Beşiktaşlıların kütüphanelerinde yer alacak ya da futbolseverlerin, futbol tarihçilerinin çalışmalarında onlara yol gösterecektir, diye umuyorum.

Cem: Beşiktaşlı Duruşu üzerine konuşmuşken; Biz Beşiktaşlıların insani değerler anlamında biraz kendimizi gereğinden yüksek standartlara tabii tuttuğumuzu, aslında beklentimizi biraz daha düşürsek camia olarak yine yanımıza yaklaşan olamayacağını ama, birey olarak tek tek baksak çoğumuzun aşamayacağı bir davranış, söylem, eylem, ahlak çıtası belirlediğimizi, sonra da fırsat bulduğumuzda ya da denk geldiğinde fertlerimizi buna göre yargıladığımızı düşünüyorum.

Bununla ilgili bir şey söylemek ister misiniz?

Rıdvan Akar: Aslında öncelikle şunu vurgulamak lazım. Bir taraftarsanız, “taraftarlığınızı” anlamlandırmak istiyorsunuz.

Yani “yense de yenilse de” demek gerek yeter şart ama siz ona daha ulvi anlamlar yükleyerek, kendi kimliğinizi farklılaştırmaya çalışıyorsunuz.

Çünkü taraftarlık biraz üst kimlikle ilgili bir şey, üst kimlik olarak Beşiktaşlılığı benimsiyorsanız, o zaman o üst kimliği manevi değerlerle örmeye çalışıyorsunuz.

Bu sadece bize ait olan bir şey değil, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar, Anadolu Takımlarının taraftarları da öyle. Mesela Kayseri stadında; Kayserili iseniz, neden bir başka takımı tutuyorsunuz?” mealinde bir pankart uzunca süre asılı kaldı. Yani, hemşehrilik üzerinden de yürüyen bir şey bu.

Cem: “Nüfus kağıdınızda yazmayan takımı tutmayın” gibi bir şeydi.

Rıdvan Akar: Evet, çünkü ben bu takımı sevdiğim için doğrusuyla yanlışıyla tutuyorum demekle yetinmiyoruz, bu bizi üst kimlik olarak tanımlayan bir şey değil. Herkes başka anlamlar da yüklüyor.

Beşiktaşlılar olarak gerek tarihsel olaylar, gerek mağduriyetler -ki o da çok önemli bir etken- Beşiktaşlıları diğer taraftarlardan farklılaştırdı. Sanıyorum bu duruşun oluşum süreçlerinden en çarpıcısı 15 yıl şampiyon olamadan dolu tribüne oynadığımız dönemdi. İnatla takımı takip edip, bırakmıyoruz ve o inadımız kimliğimizi pekiştiriyor.

Bugün mesela Ankaragücü, Kocaelispor taraftarında gördüğüm bir şey bu. Takım kötü ama tribünler dolu, sen bırakmıyor, terk etmiyorsun. Göztepetaraftarı o sınavı başarıyla verdi.

Dolayısıyla bizim bir tarihsel arka plana dayanan nedenlerimiz var. Bunu kibir haline getirmemek önemli. Bu biraz Fenerbahçeli ve Galatasaraylılar’da bir kibir haline geldi. Yani kendini üstün görme, farklı görme; bu üstünlük üzerinden diğer kimlikleri domine etme. Beşiktaşlılar’da son dönemde gördüğüm ve korktuğum bir özellik bu. Sizin bir Beşiktaşlılık duruşunuz olabilir, bu duruşunuzu korumanız ama bunu diğerlerini aşağılayarak yapmamanız gerekir.

Cem: Biz bir de içeri dönüp kendi fertlerimizi yargılıyoruz, kendimize karşı tahammülsüzüz sanki.

Rıdvan Akar: Bu yeni jenerasyonla ilgili bir şey. Çünkü yeni jenerasyon sportif başarıyla Beşiktaşlılık arasında bir analoji olduğu kanaatinde. Dolayısıyla sportif başarıyı sağlamayan topçu, yönetici ya da bir profesyonel anında dışlanabiliyor. Günah keçisi olarak görülebiliyor.

Benim kişisel düşüncem ise şu; siz taraftar olarak yargılama değil aidiyet hissiyle hareket etmelisiniz. Çünkü yargıladığınız kişi bir sonraki adımda başarılı olduğunda; ona yine siz övüp, mahcup duruma düşeceksiniz. Buradaki en önemli nokta bence şu; evet, biz bu değerlere sahibiz ama bu değerler arasında en önemlisi alçak gönüllülük. Onu ve rakibinize duyduğunuz saygıyı hiç terk etmeden hareket etmeniz gerek. Bu Süleyman Seba’dan öğrenilmesi gereken bir şey.

Mesela Baba Hakkı da Fenerbahçeli taraftarların da olduğu, 2–0 önde olduğumuz bir maçta, Fenerbahçe kaptanına “doğru dürüst oynayın, taraftarlara ayıp değil mi?” der. Fenerbahçeliler de o duyguyu alırlar ve maç2–2 biter. Dolayısıyla, aslında o saygı Fenerbahçe ismine ve taraftarına gösterilen bir saygıdır.

Tabii ki kibirle uğraşacağız, Beşiktaş üzerine kurulan komploları boşa çıkarmaya çalışacağız, ama duruş bir çok özelliğin bileşeni. O özellikleri unutmamak lazım. Ben, bizi diğer taraftarlardan ayıran bu özelliklerden hoşnudum, yadırgamıyorum. Ama hakkını vermek kaydıyla tabii.

Cem: Asıl önemli olan da o herhalde.

Doğan Medya Grubu’ndaki görevinize son verildiği dönemde; “Biz çalışanlarda şöyle bir ruh hali olmamalı. Patron işe aldığında nasıl ki ‘beni işe alan değerli insan’ diye konuşma yapmadıysam, şükranlarımı dile getirmediysem ayrılırken de veryansın etmeyi doğru bulmuyorum. İş dünyasının gerçeği bu. Profesyonel bir iş akdi imzaladık. O akitte ‘ebedi’ bir çalışma takvimi yoktu. Ama işten kovulanlar tabii ki kırılırlar” demiştiniz, yaşanılan süreçte bu konulara bakışınızda bir değişiklik oldu mu?

Rıdvan Akar: Hayır, olmadı. Hep de bu doğrultuda hareket ettim. Beşiktaş Kulübü’nden ayrıldıktan sonra da bu şekilde davranmaya devam ediyorum. Zaten Beşiktaş’a küsülmez. Belki insanlara yönelik bir kırgınlık hissedilir ama, Beşiktaş’a küsülmez. Ben şimdi sade bir taraftar olarak Kapalı 413’de Beşiktaşım ile yeniden buluşuyorum.

Cem: Bir gazeteci ile abide şahsiyet Süleyman Seba -eski bir Mit Yetkilisinin- arasında dünya görüşü anlamında uzlaşmaz bir çelişki olacağı düşünülebilir. Ama hem Beşiktaş’a ortak bir sevgi, hem de insan kalitesi ve bireysel değerler bunları hiç akla getirmeden bir bağın kurulmasına yetebiliyor herhalde. Hem dünya görüşü üzerinden değerlendirme yapmanın, gözümüzün önündeki değerleri görmemize mani olmaması gerektiği hakkında, hem de Beşiktaşlılığın birleştirici gücü hakkında ne söylemek istersiniz?

Rıdvan Akar: Sık sık andığım bir anektod ama hoş olduğu için zaman zaman hatırlatıyorum. İstanbul İletişim Yayınları’nda Çarşı üzerine bir panel gerçekleşmişti. Alen vardı, ben vardım, bir kişi daha vardı, sanki Cem vardı ama hakikaten hatırlamıyorum. Gerek izleyici profili, gerekse belki de söyleşinin yapıldığı ortam nedeniyle daha sol eğilimli Beşiktaşlılar gelmişti ve bir süre sonra söyleşi bu minvalde devam etmeye başladı.

Orada bir Beşiktaşlı elini kaldırdı. “Ben İslamcı bir Beşiktaşlıyım. Burada Çarşı ve Beşiktaşlılık üzerine çok sol bir tablo çizdiniz. Oysa ben İslamcıyım. Bir gün Dolmabahçe Camii’nde namazımı kıldım. Üstümde formam vardı. Maça girdim, maçtan çıktım. Rakip takım taraftarlarının Beşiktaşlıları dövdüğünü gördüm. İslam barış demek. Ben camiden çıkmışım abdestliyim ama dayak yiyen taraftarlar benim kardeşlerim. Ben de kavgaya daldım ve Beşiktaşlılarla birlikte hareket ettim. Bana göre Beşiktaşlı olmak erdemli olmaktır” demişti.

Hakikatten kulağıma küpe olan bir şeydir. Zaten tribüne siyasetin girmesine her zaman karşı oldum. Tribünlerin siyasi kimlikler üzerinden tanımlanmasının her zaman bölen ve ötekileştiren bir anlayış olduğu kanaatindeyim. Üçlü’den sonra yan yana zıplarken yanınızdakinin hangi inançtan, kültürden olduğunun hiç bir önemi yok. Tribün böyle bir şey, zaten onun için futbol çok güzel bir şey. Tribünde herkesi eşitleyen ve ortak sevgide buluşturan bir şey.

Süleyman Abi özelinde ise, Süleyman Seba kitabında ön sözde yazdığım gibi ; hayat kompartımanlardan oluşuyor. Belki hayatın kendisi bir lokomotif ama hiçbirimiz sadece lokomotiften oluşan bir trende seyahat etmiyoruz. Bunun içerisinde hobilerimiz, ailemiz, işimiz, inançlarımız, değerlerimiz, arkadaşlarımız var ve hepsi ayrı kompartımanlar. Bunlar arasında bir geçiş, bir uyum varsa siz huzurlu ve mutlu bir insan oluyorsunuz.

Süleyman Abi de benim taraftarlık kompartımanıma ait bir insan olarak hayatıma girdi ama sonrasında rol modelim olarak niteleyebileceğim bir insan oldu. Bunu çok rahatlıkla söyleyebiliyorum, Süleyman Seba benim rol modellerimden biri oldu, çünkü onun kişiliğinde gördüğüm özellikler, ondan öğrendiklerim ve onun bana kattığı değerler çok önemliydi.

Süleyman Seba benim gözümde bana, “üç aylığı alırsam seni yemeğe götüreceğim” diyen Başkandır. Türkiye’de hala böyle bir Başkan varsa veya kaldıysa aynı değeri ve saygıyı ona da gösteririm.

Cem: Günlük hayatın içindeki Rıdvan Akar ile tribündeki Rıdvan Akar arasında mutlaka fark vardır. Tribünde olmak sizi nasıl değiştiriyor.

Rıdvan Akar: Ben tribünde gündelik hayatın içindeki Rıdvan değilim. Bir tribün taraftarı nasıl olursa öyleyim. Kendime göre bir taraftar bilincim var. Takım sahada koşarken susmayı, takıma ihanet olarak görürüm. Dolayısıyla nefesim yettiği, enerjim olduğu sürece, takıma sesimle destek olmaya çalışırım.

Çok sevdiğim bir arkadaşımın kızı lise sondaydı ve onu maça götürmüştüm. Döndüğünde: “Başka bir Rıdvan Akar var ve ben ondan korktum” demişti. Oğlumu ilk götürdüğümde de üç ay benle bir daha maça gelmedi, annesine de benim dedikodumu yapmış. (Gülüşmeler) Şimdi tabii o da benim gibi bir taraftar oldu.

Beşiktaş TV’nin kendine ait bir locası var. Deplasman tribünün yanında. Locaya gidiyorsunuz, ikram yapıyorlar. Oturmanız gerekir çünkü oturmazsanız arkadakiler göremiyor. Yani bir konfor var; kendine ait, localara ait, Beşiktaş TV için de geçerli, diğer localar kadar olmasa da. Ben Beşiktaş’ta çalıştığım dönemde, o locayı mümkün mertebe, Beşiktaş’ı takip etmek isteyen engelli, Beşiktaş’la bir türlü maddi ya da başka nedenlerle buluşamamış kişilerin kullanımına açmaya gayret ettim. Bir Galatasaray maçıydı. Galatasaray tribünü gelmişti. O maç sırasında Galatasaraylılar ile muhatap olmak zorunda kaldım. Bir tribün taraftarı için kabus. Ondan sonrasında locada maç seyretmedim. Kombinemi kullanıp, gidip kapalıda maçımı seyrettim. Oranın organizasyonunu yapan değerli kardeşlerim vardı, onlar yaptılar, biz Beşiktaş taraftarlarıyla, o değerleri savunanlarla locayı buluşturmaya gayret ettik. Ama ben locada kendimi tasavvur edemedim. Locada olmadı. Düşünün siz Beşiktaş kulübünde iletişimden sorumlu kişisiniz, locada bulunan arkadaşların bir bölümü sizinle birlikte çalışan arkadaşlarınız ve hepsi de iyi Beşiktaşlı, ama siz ortaya düşmüşsünüz avaz avaz bağırıyorsunuz (gülüşmeler). Arada etrafıma baktığımda, “ya bu Rıdvan Abi ne yapıyor, ne garip işler bunlar” diyen bakışlar yakaladığımı hatırlıyorum ki, dediğim gibi hepsi de iyi Beşiktaşlılar.

Cem: O ortamın belki de, “locadayım, kendimi tutayım” gibi bir etkisi oluyor.

Rıdvan Akar: Büyük ihtimalle onlar da tribüne gittiklerinde benim gibi davranacaklardır. O zaman dedim ki ben doğal ortamımda -çünkü ben de Beşiktaş takımının bir parçasıyım- benim de bir doğal ortama ihtiyacım var. Ben doğal ortama saldım kendimi diyeyim, aslında en doğru deyim o. Kapalıya geri döndüm ve kapalıdan seyrettim tüm maçları.

Cem: Demek ki tribün hepimizi değiştiriyor.

Rıdvan Akar: Evet, tribünde bambaşka bir hayat yaşıyorsunuz. O öyle güzel bir anki o doksan dakika…Aslında doksan dakika da değil öncesiyle sonrasıyla.

Düşünün, Beşiktaş’ın maçı var, sabah hazırlanıyorsunuz. “Hangi formayı giyeyim, bugün atkıyı alsam mı almasam mı?” diye düşünüyorsunuz. Damalı atkınız varsa onu bir statü olarak görüyorsunuz. Hava soğuksa ille de yanınıza alıyorsunuz.

Benim kendime ait bazı totemlerim var. Bir kabak çekirdeği almam gerekiyor. Bir biracım var, ondan bira almasam takım ya yeniliyor ya berabere kalıyor. Ondan mutlaka biramı almam gerekiyor. Sonra Şairler’de kardeşlerimle buluşuyorum, tribün kardeşlerim var. Maça hazırlanıyoruz, oradan da aşağı indiğimiz andan itibaren Ağaçlı Yol. Yani bir gün öncesinden başlayan, planlanan, eğer bir de yendiysek Ağaçlı Yol’dan çok keyifli dönüşü olan, bir hikaye. Hakikatten hayatımda, bana en çok mutluluk veren, (gülerek) ama en çok da üzüntü veren şey Beşiktaş.

Cem: Geçen aramızda konuşuyorduk. Beşiktaşlıların emeklilik yaşını yıpranma payını hesaba katarak bir yedi yıl geri çekmeleri lazım.

Rıdvan Akar: Aynen öyle, mesela tribün kardeşlerimle -bu arada onlar açığa gittiler, yalnız kaldım. keşke kulüp kombinemi geri alsa da açığa gidebilsem. öyle de bir derdim var- stadın kapandığı Gençlerbirliği maçı var. Sağımda maç seyrettiğim arkadaşın bileği kırık, normalde solumda seyreden arkadaşım o sırada hastanede çünkü bileğine 10–12 dikiş atılıyor. Kırık olan arkadaşım sonuna kadar seyretti de, maçtan sonra gitti, alçıya alındı. Size bunu ne yaptırabilir? Başka hiçbir şey yaptıramaz. Galatasaray maçında ayağım kırıldı. Maç tatil edilmeseydi ben maçı bitirirdim. Nitekim metroya kadar 1,5 km yolu yürüdüm kırık ayakla. Metrodan indiğimde kırığın yarattığı şişlikten ayakkabımı çıkaramaz haldeydim. Başka ne yaptırabilir size bunu? Bir tek Beşiktaş.

Cem: İyi ki var. Bir de son olarak, Beşiktaş’ın bu sezonu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyim?

Rıdvan Akar: Takım iyi. Ben 3–5–2 falan deyip, futbol bilgisini konuşturabilecek bir adam değilim ama şunu görüyorum; futbol kurgusu olarak ikinci yıl, ilk yıldan farklı bir şampiyonluk –Hoca’nın farklı oynattığı bir yıl- yaşadık.

Bu yıl; henüz daha ne oynayacağımızı, nasıl bir Beşiktaş ortaya çıkacağını görmüş değilim. Görmek istediğim insanları da ilk on birde henüz görmüş değilim. Bir Negredo’yu, bir Medel’i 90 dakika henüz görmüş değilim. Dolayısıyla daha takımın tam olarak oturmadığını ama iyi olduğunu düşünüyorum.

Oynadığımız maçlara bakıyoruz, yediğimiz goller dışında adamların pozisyon yok. Pepe’nin verdiği iki pozisyon var. Rakibine baskı yapan, kolay kolay gol yemeyen, pozisyon vermeyen; olgun bir Beşiktaş var. Yeni transferlerimizde ileride bu takıma eklemlenirse, ben Beşiktaş’ın başarılı olacağını düşünüyorum.

İyi bir takımız. Eskiden acaba sorularıyla maça başlayıp bitirdiğimiz dönemler geride kaldı, şimdi yesek de atarız diye izliyoruz.

Cem: Gerçi eskiyi yaşayanlar 1–0 öndeyken de rahat seyredemiyor 2–3 olana kadar. Yeni jenerasyon mutludur.

Rıdvan Akar: Ben her zaman üçü görmeden rahat etmeyen bir adamım.

2–0’da 87’de yersin 2–1 olur, sonra tırnaklarını yiyerek devam edersin. Nitekim Kasımpaşa maçı. Dolayısıyla üç farkı yakalarsan rahat maç seyredersin, “dale” yaparsın falan. Yoksa hep bir gerginlik var.

Bu da geçmişin tecrübeleri.

Cem: Bir birikim var.

Rıdvan Akar: Hatta ben zaman zaman Bayern, eski Barselona maçlarını seyrederken; “Yav ne kadar sıkıcı bu takımların taraftarı olmak , nasıl olsa yeneceksin. Bir süre sonra yerinden bile kalkmadan, a gol diyeceksin” derim. Bizde öyle değil ki. Gidiyorsun yeniliyorsun bir daha gidiyorsun. Fenerli, Galatasaraylı gidiyorsun, yeniliyorsun bir daha tribüne gitmiyorsun. Onlardaki halet-i ruhiye’den bizimki biraz farklı. Ha, bu biraz mazoşist bir şey mi?

Evet.

Cem: Ayıran da o.

Rıdvan Akar: Ayıran da o.

Ben iyi bir yıl bekliyorum. Buradaki ayırt edici kriter Şampiyonlar Ligi maçları. Çok kötü bir grup aslında. Hepimiz nasıl olsa Real Madrid çıkmadı, o çıkmadı bu çıkmadı diyoruz ama; hatırlar mısın şampiyon Wolsburg gelmişti 4. torbadan, o sendromu yaşıyoruz. Leipzig gibi bir takım geldi. Maçlar eşitler arasında oynanacak. Umarım Porto maçına takım oturmuş olur. Çünkü bu iki haftalık dönemin, özellikle yeniler için, çok yararlı olacağını düşünmüştüm. Her ne kadar Kayseri maçı bir ölçü olmasa da, umut ediyorum takım eskiye oranla daha oturmuş bir oyun oynayacak.

Şampiyonluğun bu yıl da en büyük adayı Beşiktaştır. Galatasaray’ın UEFAmaçları sebebiyle erken form tuttuğunu düşünüyorum.

Cem: Temenninin dışında gördüğümüz de öyle hissettiriyor ama değil mi?

Rıdvan Akar: Evet, biz hata yapmazsak problem yok. Yalnız şunu söylemek önemli, Türkiye’de futbolu yaşayan ve tanıyan insanlarız. Halis Özkahyalar, Fırat Aydınuslar hep aynı takıma veriliyor. Düşünebiliyor musunuz, Galatasaray’ın son altı maçının dördüne Halis Özkahya veriliyor.

Cem: Ben dünyada herhangi bir örneği olduğunu zannetmiyorum bunun.

Rıdvan Akar: Böyle bir şey yok. Fırat Aydınus tehlike anında camı kırdığınızda karşınıza çıkıyor. Böyle bir komiklik olabilir mi?

Beşiktaş yöneticileri ile ilgili basında çıkan spekülatif haberler, Beşiktaş ile ilgili basında bir kampanyanın sürdürülüyor olması…özellikle saha dışında çok zor bir yıl olacağı kanaatini oluşturdu.

Beşiktaş yönetiminin bu konuda reflekslerini çok canlı tutup, bu konuda da sahada Hoca’nın aldığı önlem kadar önlem alması gerektiğini düşünüyorum. Beşiktaş taraftarının refleksleri çok çok iyi. Naçizane; Beşiktaş’ın sosyal medya sürecinin, önceki yıldan itibaren çok iyi yönetildiğini düşünüyorum. Oğuzhan’ın Milli Takım’a dönmesini sağlayan Beşiktaşlıların sosyal medyada yarattığı güçtür. Bu ve benzeri güçlere -yani kendine- güvenerek;Beşiktaş bu tür komploların üstesinden gelebilir diye düşünüyorum.

Önceki İçerikGalatasaray İletişim Departmanı’nda deprem! İskender Baydar, Fenerbahçe tweet’i nedeniyle mi istifa etti?
Sonraki İçerikLütfü Özel, Trabzonspor taraftarını kızdırdı… Bordo-Mavililer Özel için TRT’ye şikayet mesajı yağdırdı…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz