Tayfun Öneş, Türk futbolunda yaşanan kaosu Futbolmedya için değerlendirdi:
Çuvaldızı Kendimize
İğneyi Başkasına Batırmadıkça…
İki ay kadar önce yazmıştım, ve “Geliyor Gelmekte Olan” diye de başlık atmıştım.
Müneccim miyim? Hiç değilim.
Olmaya gerek var mı ki!
Üstelik bu kez gündemde olan bu konuda sicili malum bir şehir. Daha önce Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüse silahla ateş açılan bir şehirden veya hakemlerin soyunma odasına kilitlenerek alı konulduğu bir kulüpten söz ediyoruz. O zamandan bugüne ne değişti ki? Hangi kulüp (büyük-küçük hangi kulüp?) veya yönetici iğneyi başkasına, çuvaldızı kendine batırabildi ki? Hangi yönetici bu gidişattan gerçekten rahatsız olup camia baskısından veya hedef kaygısından bağımsız olarak ve rakiplerine bu konuda da üstünlük kurmak amacı gütmeden yapıcı bir şeyler için çaba gösterdi?
Susan kulüplere gelince: Şu sıralar sessiz olan kulüplerin sıralamadaki yerleri bugünkü gibi (ligin zirvesinde veya ilk ikinin en az 30 puan altında) olmasaydı yine de susacaklar mıydı?
Trabzon’daki son olayların detayına girmeyeceğim; çünkü o akşamdan beri, onlarca görsel akıyor cep telefonlarımızın ekranlarından. Bir o kadar da taraflı – tarafsız açıklama… Görülecek şeyi herkes görüyor yani, hem de defalarca. Sorun şu ki, her izleyenin gözündeki gözlük camları, tuttuğu veya hem tuttuğu hem de temsil ettiği kulübün renkleriyle boyanmış durumda. O gözlüklerle izliyorlar havada uçan tekmeleri veya sahayı futbol oynanamaz hâle getiren yabancı maddeleri ve ilkellikten de öte, bizi dünyaya rezil eden vahşi ortamı. O renkli gözlükler ardından baktıkça, aynı görüntüye tamamen zıt yorum yapabiliyor herkes. Bu böyle devam ettikçe de bu işler azalmaz artar. Artacak! Görünen köye kılavuz gerekmez.
Zaten iş kılavuzluktan çıktı; görünen köye dirayetli ve becerikli bir üst merci gerek artık.
Daha amiyane tabirle, racon kesebilecek bir merci…
Eğitim de şart diyeceğim ama en eğitimli yöneticiler bile nesnelliğini yitirdiğine göre ivedilikle yapılması gereken başka şeylerden söz etme zamanı şimdi.
Gültekin Onay’ın Pazar akşamı dediği gibi dizilerde bile şiddet sahneleri gırla giderken öpüşme sahnelerinin makaslandığı bir zaman diliminden geçiyoruz milletçe; işi burdan döndürmek gerçekten çok zor ama imkansız değil.
Niyet var mı, niyet? O önemli.
Aklıma gelenleri birazdan okuyacaksınız. Ve biliyorum son yazımda olduğu gibi böyle bir yazının da içeriğinden ve içinde barındırdığı çok daha büyük bir kaygıdan ziyade “yazan arkadaş Fenerli galiba veya Galatasaraylı herhalde” diye yazının tam da özüne ters düşen taraftar gözlüğüyle okuyanlarınız olacak. Varsın öyle olsun. Ben içimi dökeyim de…
Belki benim gibi sıkışmışlık hissiyle adeta boğulacak gibi hisseden gerçek futbolsever daha doğrusu sporseverlerin içini biraz olsun hafifletirim.
Gerçekten bu olayların yatışması, bu gerginliğin azalması ve adil rekabet boyutuna indirgenmesi için önce söylemlerde ağız birliği gerekli.
Her başkan lafa geldi mi, şiddeti kınıyor da neden bir araya gelip hep birlikte bir basın toplantısı yapamıyorlar mesela… İş işten geçiyor, sportmenlik elden çoktan gitti, aklı selim de gidiyor. Daha ne bekleniyor bir araya gelip ortak açıklama yapmak için?
İlla birilerinin ölmesi mi lazım?
Oraya gidiliyor, görmek çok mu zor?
Pazar akşamı sahaya sayısız su ve para ve daha bilemediğimiz bir dolu şey atılırken mesela, hakemin anons yapılmasını istemesini beklemek mi gerekirdi stattan anons yapmak ve sakinleştirme çabası göstermek için. Üstelik izleyebildiğim kadarıyla, hakem anonsu nihayet istediği halde bile gecikti anons. Belli ki, içlerine tam sinmedi o anonsu yapmak. Neden? Skorda üstünlük sağlamak her şeyden daha önemli olduğu için mi?
Hakem o ortamda maçı neden tatil edemedi mesela? Nasıl etmez? Sadece gördüğünü çalmak mı bir hakemi iyi hakem yapar? Kaldı ki, artık gördüklerini çalmak konusunda da onlara duyulan güven sıfır! Hoş (ya da nahoş!), 90 dakikada gördüklerini 50 kere doğru çalsalar bile bir kere (masumane bile olsa) bir hata yaptılar mı, dünyanın en art niyetli hakemi oluyorlar artık. Buraya gelmelerinde hep taraftar mı haksız?
Hakemliğin onuru nedir? Seyirci ve federasyon tarafından onlara bahşedilesi bir değer değil ki onur.
Federasyona gelince: Onların üst yönetimi neden sessiz mesela? Yukarı tükürseler bıyık aşağı tükürseler sakal (eskiden sadece bir deyimdi bu) olduğu için mi suskunlar? Onlar da mı bizler gibi sıkışmış hissediyorlar. İstifa etmeyi düşünseler de eski maliye bakanımızın benzer durumdaki çaresizliği mi geliyor yoksa akıllarına? Ben o koltukta otursam, bu olaylar karşısında en çok ben kahrolurdum. Onlar ne hissediyorlar bu olayları izlerken ve uykuları geldiğinde uyumak için yataklarına yattıklarında? Sahi, uykuları gelince eskisi gibi uyuyabiliyorlar mı?
Kulüpler neden kendi futbolcularına centilmenliğin daha büyük bir değer olduğunu aşılayamıyor artık? Yöneticiler centilmen olmayı bilmedikleri için mi? Balık baştan koktuğu için mi? Saldırganlığı ve rakibi tahrik etmeyi kahramanlık sayacak kadar aciz mi kulüp yönetimleri? Futbolcu gençtir, sahada canını dişine takıyordur, adrenalini yüksektir, haksızlığa uğradığı hissiyle veya korkuyla veya baskıyla o sahada her türlü reaksiyonu verebilir (vermediği zaman asıl iyi bir sporcu oluyordur ama diyelim verebilir) kulüp yöneticisi sakin kalıp kendi oyuncusuna cezayı herkesten önce ne zaman kesebilecek? İş işten geçtikten sonra mı? Geçiyor işte… Görmüyor muyuz? Futbolcudaki cesaret yöneticisinin basiretsizliğinden besleniyorsa o cesaretten maraz doğar. Futbolcuna sahip çıkmak başka şey, spora ve etik ve sportmenlik değerlerine sahip çıkmak başka şey.
Daha çok şey yazarım. Zaten uzun olan yazı çok daha uzar.
Özeti şu: Şapkamızı önümüze koyup düşünme faslından geçtik. Artık çuvaldızı kendimize batırmazsak çok daha kötüsü olacak. Futbolda mevki ve sorumluluk sahiplerinin bunu görmezden gelmeye asla hakları yok!