Yılmaz Vural – Kaç Milyonluk Ülkeyiz, Kriterlerimiz Yok
Teknik Direktörlük hayatı boyunca 26 takımı çalıştıran ve çalıştırmaya devam eden 3 çocuk babası Yılmaz Vural geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en köklü kulüplerinden olan Göztepe ile anlaştı. Yeni bir maceraya daha başlayan ülkemizin en önemli teknik adamlarından biri Vural roprotajturk’e konuştu. 45 yılını futbola adayan teknik direktör; hayal kurmayan insanın kendini aşamayacağına inanıyor.
YILMAZ BEZGİN (YB) – Bir teknik adam olarak bu sezonu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
YILMAZ VURAL (YV) – Diğer sezonlardan farklı olan bir sezon değil. Şampiyonluğa oynayan takımlar her sezon olduğu gibi belli. Başakşehirspor 5 büyük takım dışında bu olayın içinde.
1. devreyi lider bitirdi şuan 2. devrede hala şampiyonluk umudu devam ediyor. Düşmeye oynayan takımlar da tabii maalesef malum takımlar. Her zaman olduğu gibi alt ligden çıkan 3 takımdan ikisi veya bir tanesi düşüyor. Yine Adanaspor bu istatistiği yanıltmayacak durumda, Alanyaspor’un da bu kotaya girme durumu olası. Tabii çıkan takımlardan Karabükspor her sene olduğu gibi daha dikkat çeken bir takım oldu. Ama şuan da 30 puanı var ve ligde kalma puanı 39 diye düşünürsek geriye kalan 11 maçın 3’ünü kazanması gerek ve buna yakın bir potansiyeli var. O yüzden Karabüksporu bu düşen takımlar içerisinde yeni çıkmış bir takım olarak tutabiliriz. Alanyaspor da bu tehlikenin pekte dışında değil. Görüldüğü gibi bir şikayet var mesela Fenerbahçe’ye 8,000 kişi geldi son maçında. Ve diğer maçlara da bakarsak, Sergen Yalçın öncesinde Kayserispor evinde 1,500 kişiye oynadı. Yani demek ki ülkemizde futbolun uygulamasında bir problem var. Beni ilgilendiren boyutu takımların sıralamadaki yerleri değil. Saha, ülkemizde futbolun doğrularının en net şekilde görüldüğü yerdir. Demek ki futbolu uygulayanların, yöneticilerin, antrenörün, futbolcunun, çalışanın veya futbolu yöneten kurumların bu işte çok da başarılı olduğunu göremiyoruz.
Çünkü Türkiye’de başarı eşittir gelenlerin sayısının fazla olması ise kimse gelmiyor stadına. Biraz kendimizi yargılamanın neden böyle oldu diye sormanın zamanıdır. Tabii bu sorulara da doğru cevaplar verilmeli. Görüldüğü üzere saha içerisinde bir İngiliz takımının maçını seyrettikten sonra Türk ligine döndüğünüzde Türkiye liginin futbolun doğrularını çok uygulayan bir lig olmadığını anlıyorsunuz. Bazı maçlarda 11 yabancıyı kullandıklarını görüyorsunuz dolayısıyla bu uygulamayı
tekrardan gözden geçirmek lazım. Çünkü fiks 28 kişilik kadrolarda 8 ila 9 kişi yabancı oluyor hatta bazıları 11 e kadar çıkartıyor bu sayıyı. Aslında 11+3’tür bu kural. Yani bu yabancı oyuncu sayısındaki kural tamamen serbest bırakılmalı. Günümüz dünyasında artık böyle sınırlamayı doğru bulmuyorum. Ama şunu da hiç doğru bulmuyorum; bu serbest diye ihtiyacı olmadığı halde yabancı oyuncu oynatıyorlar. Mesela düşmeye oynayan takımlardan Adanaspor, Alanyaspor’a bakıyorum. 10 ila 9 yabancı oyuncu var. Eğer düşerseniz ne olacak aşağıda kural 5+5 olduğundan büyük bir ihtimalle
kadro dışı kalacak. Dolayısıyla bir kural getirince ileride ne tür sıkıntılar çıkarır diye de düşünmek gerek. Bu biraz aceleye gelmiş bir kural oldu gibi.
Bunun gerekçesinde de Türkiye’de oyuncu şartlarının çok pahalı olduğu iddiası ile futbol pazarının fiyatını düşürmek mantığı yatıyordu.
Yani Türk futbolcularının değerlerini kazanması kararı, iddiası vardı. Bu çok yeterli bir iddia değil. Demek ki Türkiye’de oyuncu sayısı çok az ki
böyle bir yola girdiniz diye de sormak gerekir. Türkiye’nin biraz bu konularda kendi altyapılarına önem verip kendi pazarını daha çok Türk oyunculardan oluşturacak düzeye gelmesi lazım. Çünkü bu ülke için canını vermek isteyen gençlerin bir meslek edinme isteği bu düzeyde değil. Mesela Afrika’ya bakıyorum neredeyse tüm gençleri burada meslek edinmiş. Ben bunu doğru bulmuyorum yani bu kadar çok imkanı yabancılara sunmak hiçbir yabancı ülkenin yaptığı bir iş değil. Önce kendi vatandaşına fırsat tanı eğer yetmezse diğer milletlerden alırsın. Diyebilirsin ki; yetmiyor ki diğer ülkelerden getiriliyor. Tekrar bir soru sorulur; neden yetmiyor, neden yetiştiremiyorsunuz? Çünkü Türkiye’de fazlasıyla genç potansiyel var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre okullara giden 18-20 milyon genç var. Demek ki orada 20 milyonluk bir potansiyel mevcut. Şimdi siz bu potansiyeli işin içine sokamıyorsanız bunun sorumlusunu gençler olarak görmeniz yanlış olur. Ufacık bir organizasyona, Milli Eğitim’in bir spor simülasyonuna bakar bu iş. Nasıl ki Almanya, İngiltere ve ABD gibi gelişmiş ülkeler yapıyorsa sizde yapabilirsiniz. Bizim de yarın bu kuralı işlememiz mümkün olabilir. Kısacası önümüzde potansiyel var ve para da var. Son futbol ihalesi yıllık 600 milyona yakın. 2024’te ki Avrupa Şampiyonasına Almanya ile birlikte aday olduk. Daha bir şey yokken 33 tane stad inşa ettik. Brezilya 11 tane stad inşa edemedi diye az daha
Dünya Kupası iptal oluyordu. Herşey varken elimizde neden yapamayalım? Ekonomi olarak Avrupa’nın en iyi 6. ekonomisi olmuşsunuz ama uygulama olarak kaçıncı torbaya düşmüş
bir takımsınız. Yani bir sorun yumağı var ve bu yumağı çözmek içinde bir girişim olduğunu görmüyoruz.
“Ben Spora Da Milli Eğitim Kadar Milli Savunma Kadar Değer Veriyorum”
YB – Yani hocam un,şeker,yağ var ama helvayı yapacak ustamız mı yok ?
YV – Usta derken tabii devlet politikası ile ilgili. Devlet bu konuda karar almalı ben spora da Milli Eğitim ve Milli Savunma kadar değer veriyorum ve önem sırasına koyarsak bunların arasında görüyorum diye düşünmek zorunda. Çünkü spor hakikaten ülkeler için çok iyi tanıtım aracı. Devlet bu konuda kararlı olmalı. Mesela bize gelip hocam çocuğu futbola mı verelim, okula mı diye soruyorlar. Biz de okula diyoruz haliyle. Yetenekte önemli tabii burada ama asıl önemli olan devletin spor yapan gençlere eğitim kolaylığı sağlaması. Yani bu konu çok önemli. Hala devlet bir spor yasası çıkaramadı. Yani bu iş yasa ile olacaksa yasaların çıkarılması lazım.
Dolayısıyla bu kaos kimin işine geliyor, kimler yararlanıyor onu çözmüş değilim. Siyasetin özerklik manasında bu işe çözüm getirmesi, çözüm bulunduğunda da dışında kalması gerekmektedir. Yoksa asıl sahipleri futbolu idare edemez olur. Dolayısıyla da böyle bir kaosu yaşamaktan öteye gidemeyiz. Yani bu zaman, imkan, insan ve güç kaybıdır. Bu kime yarıyor onu çözmüş değilim. Bu konu da ülkemizi idare eden arkadaşlarımızın spordan yana kararlar vermesi ile düzelir. Ben hemen hemen 1969’dan beri bu işin içindeyim, profesyonel futbol ve son 31 yılı da Teknik Direktörlükle geçirdim ve gördüklerim maalesef 30 sene evvel Almanya’dan geldiğimde neyse şekilsel bir takım şeylerin değişmesi haricinde mentalite değişikliği yok. Fikirsel bir kavrayış değişikliği yok. O yüzden bir adım öteye gidemiyoruz. Dünya Kupası kurulduğundan beri 2 kere katıldık bu turnuvaya. Avrupa Şampiyonası keza yine öyle bir durumda. Demek ki Türk futbolu bu işte
başarılı değil. Sonuç olarak Türkiye bu işte sınıfta kalmıştır. Sınıfı geçmek istiyorsak derslerimize iyi çalışmamız lazım. Yoksa yıllar geçip gidiyor. Ben 16 yaşımda başladım şimdi 64 yaşımdayım ve bir şeylerin değişmediğini görmek insanı üzüyor. Hangi mantıkla buna direniyorlar neden yapmıyorlar
onu çözmüş değilim. Konu budur.
“Sporu Yapmak İle Yönetmek Çok Farklı”
YB – Temel sorun futboldan gelenlerin futbolu yönetmiyor olması diyebilir miyiz ?
YV – Yani bu da teoride doğru ama temel sorun spordan gelenlerin kendilerinde yönetici vasıflarının olmamasıdır. Çünkü bu işi öğrenmiyorlar. Sporu yapmakla yönetmek çok farklı iki yoldur. Yani iyi sporcu olan çok iyi bir yönetici olacak diye kural yok. Spor yöneticiliği diye bir dal üniversitelerde var ama oradaki içerik ile yöneticilik yapmak çok zor. O yüzden öğrenilen bilgiler hep teoride kalıyor.
YB – Buradaki futbolcu piyasasına bakıldığında istisnaları tenzih ederek söylüyorum, eğitim oranının düşüklüğü sporu tercih edip okulu bırakmaktan mı kaynaklanıyor ?
YV – Sporu entellektüel insanlar yapar. Şimdi ilkokul mezunu bir kardeşimizle oturup 15 dakika teori dersi yaptınız mı isyan ediyor. Dolayısıyla pratik ile teori iç içe, teorisiz pratik olur mu ? Ama bizdeki pratik teorisiz bir pratik, antrenmana çıkıyor, kim yetenekli ise ondan istifade ediyor. Dünyanın en çok zeka isteyen oyununu bu konuda çok iyi eğitilmemiş insanlarla yapmaya çalışıyorsun. Bu mümkün degil.
YB – Peki bu noktada yabancı transfer neden sorun oluyor? Yani dışarıdan kaliteli futbolcu gelsin Türk futboluna katkıda bulunsun.
YV – Yani kaliteli gelsin derken kritersiz geliyor. Önüne gelen yabancı gelebiliyor. Yabancının buraya gelmesinin bir kriteri yok. Armut alır gibi fiyata bakılıyor. Kaç para? 50 bin euro. Hemen al, gelsin. Kaliteli getirmek istiyorsan kriter oluşturmak zorundasın. Örneğin İngiltere, Almanya, İspanya’da var.
Kaç milyonluk ülkeyiz yani bir kriterimiz yok.
‘Gençseniz, Dinamikseniz Bu Futbolu Siz de Oynarsınız. Bir de Yeteneğiniz Varsa Star Olursunuz’
YB – İngiltere’nin bir cazibesi var kriter koyuyor ama bizim cazibemiz yok. Kriter koyduğumuz zaman kaliteli yabancı gelmiyor bundan dolayı.
YV – Yani İngiltere’de benim hatırladığım kadarıyla holiganizm falan vardı. Onlar da baştan oluşturdu yani yanlıştan dönmeyi biliyorlar. Dolayısıyla biz ana yanlışlarla devam etmek istiyoruz. Bugün 54 UEFA ülkesi arasında 6. ekonomiye sahipsiniz, o zaman pozisyon olarak da en azından 6. olmanız lazım. Yani bu iş paraysa paramız var. İmkan ise her türlü imkan var. Futbol dünyanın en zor işi gibi gösterilmesin. Gençseniz, dinamikseniz bu futbolu siz de oynarsınız. Bir de yeteneğiniz varsa star olursunuz. Almanların bir sözü vardır, “Çalışmak insanı adam yapar” diye. Yeteneğe önem vermezler.
YB – Biraz da size dönelim hocam, sezon sonuna doğru geldik, takımlar artık düşme korkusu yaşıyor. Bu korkuyu yaşayan takımların aklına ilk gelen isim Yılmaz Vural oluyor. “Gelsin bizi kurtarsın.” Gittiğiniz her takımı hemen hemen ligde tutmayı başardığınız için mi böyle bir etiket yapıştırıldı size? Bunun hiç değerlendirmesini yapıyor musunuz?
YV – Bu sorularla sık sık karşılaşıyoruz. Bir kere bir insanı siz bu kadar kısa sürede böylesi büyük bir sıkıntıdan, sizin yaptığınız ekonomik yanlıştan,
teknik yanlıştan kurtarsın diye getiriyorsanız bu getirdiğiniz insanın uzmanlığına inanıyorsunuz demektir. Madem böyle sezon başı neden bu adamı takımın başına getirmiyorsunuz?
Onu yöneticilere sormak gerekiyor. Kendi adıma hertürlü zorluğu başarmaya talibim. Başladığım günden beri talip olduğum işler büyük takımlar veya Milli Takım. Ama maalesef olmuyor. Bu meslekte iş bulmak sadece liyakatla olmuyor. İlişkilerden de öte biraz taraf olmak lazım. Çünkü bugün ki durum güçlünün yanında olmakla oluyor. Türkiye’de kimse işe başvuran adayları görüp, onların cv’lerine bakıp işe almıyor. Dolayısıyla siz kendinize ne kadar değer verirseniz verin böyle değersiz bir davranışla karşılaşıyorsunuz. Avrupa’da böyle değil. Orada bir iki aday çıkar bunlar incelenir ve öyle karar verilir. Ama daha dün futbolu bırakmış bugün üst seviye kulüplerde antrenörlük yapan birçok kardeşimiz var. Çok da zenginler yani. Kulüpler de bunları kullanıyor. Futbol sonuç oyunu yani yenerseniz
kalırsınız, yenilirseniz gidersiniz. Ve bu genç kardeşler pazarın içerisinde kaybolup gidiyorlar. Dolayısıyla kalıcı olmalarını istiyorlarsa kendilerini geliştirmeliler. Bir yere antrenör alındığında futbolculuk geçmişine bakılır. Yahu kardeşim futbolcu mu bakıyorsun ? Antrenör mü ? Yani dünyanın en iyi futbolcusu Maradona antrenör olamadı. Dolayısıyla bu mantık olduğu sürece, Türkiye doğru antrenörlere sahip olamayacak. Doğru antrenörünüz yoksa sahadaki uygulama da doğru olmayacaktır. Bugün en büyük
sorunlardan birtanesi, Türkiye eğitilmiş, iyi vasıflara sahip antrenörlere sahip değil. Sahada doğru uygulama yok ise bunu ben mi öğreteceğim? 28 insanın
bir insan gibi tepki koyması lazım, takım budur. Bunu nasıl yapacaksınız? Tüm bu karakterleri nasıl birbiri ile ilişkilendireceksiniz? Bunları nasıl eğiteceksiniz ki bir takım halini alsınlar. Tamamen uzmanlık isteyen bir konu, tamamen liderlik isteyen bir konu. Bu tarz değişmezse bir gün gelecek stadlara kimse gitmeyecek. Herkes evinde oturacak. Zaten televizyonlarda her lig gösteriliyor artık. Neden sahaya gelsin ki? Evde oturur izler. Yazık günah o güzelim stadlar da ancak müteahhitleri
zengin yapıyor. Asıl amacına ulaşamayacak.
“Antrenörün İşin Sosyal Kısmını Da Bilmesi Lazım, Tribünlerin Sosyal Yapısını da Öğrenmesi Lazım”
YB-Türk Futbolunda bir taraftar sorunu var zaten. Demek ki bu sorunun temeli buraya dayanıyor mu diyeceğiz?
YV – Kesinlikle çok güzel söylediniz. Bu şov yani sonuçta. Adam haftalık iş hayatının sonunda rahatlamak istiyor, adrenalin istiyor. Boş zamanını dolu dolu geçirmek istiyor. Eğlenmek istiyor. Biz bunun eğlence olduğunu unutuyoruz. Bugün Cem Yılmaz en iyi şovmen ise insanlar onunla sorunlarından uzak, stressiz bir iki saat geçirdikleri içindir.
Bazen bana da böyle bir yakıştırma yapılıyor, şovmen diye. Dünyanın en zor işi, şovmenliktir. Antrenör tabii ki gerektiğinde şovmen olmalıdır. 30 bin kişi oraya gezmeye gelmiyor ki eğlenmeye, vakit geçirmeye, sevinmeye, üzülmeye geliyorlar. Yani siz bunlara hep farklı bir mantıkla bakıyorsunuz. Antrenörün işin sosyal kısmını da bilmesi lazım. Tribünlerin sosyal yapısını da öğrenmesi lazım. Onların beklentilerini bilmesi lazım. Taraftar velinimettir. Kimse kendine yapmıyor. O kadar paraları aldığımız yerlerde bizi izlemeye gelen insanları mutlu etmek gerek. Yani siz bu işi seyredene yapıyorsunuz. Bu bilinçle iş yapmanız lazım. Yapmazsan millet açar, İngilizin maçını izler. Sonra gelir senin maçına bakar, bir daha da izlemez. Niye gelsin, aptal mı? Cebinde ki 100-200 lirayı oraya verecek bir de tat alamadan evine dönecek olur mu öyle? Oturur evinden Dijitürk’e aylık 100 tl verir, en güzel maçları seyreder.
“İç Dünyası Hareketli Olmayan Adam Et Yığınından Başka Bir şey Değildir”
YB – Peki hocam işin şov kısmı dediniz, sizin saha kenarındaki hareketleriniz önceden yapmayı planladığınız hareketler mi yoksa maça konsantre olmaktan dolayı spontane gelişen hareketler mi? Bu da çok tartışılan bir konu.
YV – Dünyanın şu anda iyi antrenör sınıfına bak. Guardiola, Mourinho, Simeone, Conte benden farklılar mı ? Demek ki doğrusu bu. Demek ki saha kenarında takımı ile bu işi yaşayan 12. adam olarak onları organize eden, duygularını dışa vurup sevinci ve üzüntüyü yaşayan kişi olmak gerek. Sonuçta seyirci de sizin gibi üzülüp seviniyor orada. Kimse söyleme bakmıyor ki, tavıra bakıyor. Siz insanları iyi ikna ederseniz, onların iç dünyalarını hareketlendirirsiniz. İç dünyası hareketli olmayan adam da et yığınından başka bir şey değildir yani. Bu bir ders konusudur. Bu da bir öğretisyenin işidir. Kolay kolay olmuyor yani. Kimi yapar hiç yakışmaz, çok yapmacık durur.
Siz bunu içtenlikle yaparsanız, duygunuzu yaşarken göstermezseniz, insanlar sizin ne tür bir halde olduğunuzu nasıl görecek? İşin doğrusu budur yani. Conte, takımı gol attığında
trübüne çıkıyor. Simeone, oyuncusu gol attığında o da ayağıyla gol atıyor. Saçlarını yolar, sahanın ortasına gider, hakeme demediğini bırakmaz. Yani oyuncusunu savunuyor, bağırıyor. Ama sonuç olarak dünyanın en iyileri olmuşlar. En iyi olmak için demek ki böyle de olmak gerekiyor.
Röportör: Yılmaz Bezgin
Editör: Müge Hatice Yönter