Spor basınının ünlü spikeri Melih Gümüşbıçak, SporLig Dergisi’ne konuştu…
MELİH GÜMÜŞBICAK: ”SPİKER TAKIM TUTAR AMA İŞİNE YANSITMAZ,YANSITAMAZ!”
Liglerin başlamasıyla birlikte hemen hemen her sezon spikerlerin takım tutup tutmadığı gündeme gelir, hatta tartışılır. Anlattıkları maçlarda tuttukları takımın attığı gollerini ve maçlarını daha coşkuşlu anlattıkları söylenir, hatta karşı takım taraftarları tarafından istenmeyen adama ilan edilirler. Peki bu gerçekten doğru mu? Spikerler takım tutuyor mu? Tuttuğu takım gol attığında daha mı çok bağırıyor? Ruh halleri nasıl oluyor? İşte bu gibi merak edilen soruların cevabını televizyon ve radyolarda 3bin den fazla maç anlatmış, Şimdiler de You Tube de kurduğu kanalda ”SporBence” adlı programla izleyicisiyle buluşan yılların spor spikeri Melih Gümüşbıcak’a sorduk. Derginiz SPORLİG’in Genel Yayın Yönetmeni Selahattin Ekrekli‘ye röportaj veren deneyimli sunucu ile spor spikerliği, spor muhabirliği’nden ”TELEVOLE” magazin program sunuculuğuna kadar uzanan hayat hikayesini, gelin kendi ağzından dinleyelim…
Melih Bey kaç sene oldu dolu dolu sizin medya sektöründe?
Medya sektörüne ben 1992 yılında TRT Spor sevisinde başladım. 92 sınıfı diyebileceğimiz bir sınıfımız var. Bizim hocamız, müdürümüz, valimiz,ustamız Tansu Polatkan’ın spor müdürlüğündeki ekip seçilerek sınavla 7 arkadaş girdik TRT ye.
Kimler vardı orada ?
Her hangi bi sırlama olmadan
Erdoğan Arıkan, Yalçın Çetin, Okay Karacan, Kerem Öncel, MelihŞendil, Gökhan Telkenar, Güven Göktaş.
Gökhan bize sonradan dahil oldu. Daha önce İzmir bölgedeydi. Program ve spiker olarak zaten görev yapıyordu. Biz de yaşıt olduğumuz için aramıza dahil oldu. Bir de Güven vardı benimle birlikte
Şimdi aktif olarak devam eden var mı ?
Hepsi aktif olarak devam ediyor ama şöyle; içinde bulunduğumuz medyanın sektörünün durumuna bakılırsa bizim alıştığımız dönemlerdeki gibi ağırlığı olan, geçerliliği olan, televizyon ya da medya kuruluşlarında görev yapmamayı tercih edenlerimiz var aramızda. Bunun bir kısmının ben bilinçli isteyerek olduğunu biliyorum düşünüyorum, bir kısmı da zorunluluktan dolayı olabilir tabii ama hepimiz de devam ediyoruz. Gerek TRT, gerek Bein Sports gibi kurumlarda çalışanlar var, gerekse de artık kendi dijital medyasını oluşturanlar var. Zaten televizyonun yöresel video izleme içeriğinin gittiği nokta orası. Herkes biliyor ve herkes görüyor ki Dünya’da bu tarafa doğru gidiyor, bizim ülkemizin özel koşulları nedeniyle bizde daha da çabuk öyle gidecekmiş gibi algılanabilir.
Medyanın spor sektöründe kaç yılınız geçti? Bildiğim kadarıyla eski bir futbolcusunuz bilmeyenler vardır.
27 yıldır bu sektörün içerisindeyim. 27 yılın öncesinde de ben milli takım formasını da giymiş, 1981-82 sezonunda Şekerspor’un kaptanlığını yapmış, lisanslı eski bir futbolcu olarak zaten spor sektörünün içindeyim. Ben mülkiyeliyim Siyasal bilgiler fakültesi mezunuyum. Ankara Ekonomik Politika tahsil ettim ama sporcu geçmişimden ve hayatım futbol topunun etrafında döndüğü için meslek tercihinde yine sporla futbolla iç içe bir meslek oldu. Yani kendi lisans eğitimini aldığım branşı yapmadım, yapamadım hiçbir zaman tercih etmedim hiçbir zaman yapmayı da istemedim. Herhangi bir meslek ne İçişleri, ne dışişleri bakanlığı, ne mali sektör hiçbir sınavına da girmedim.
Böyle bir yol çizdiniz kendinize…
İnsanlar tutku düzeyinde bağlı olduğu şeylerin peşinden koştuğu zaman bence daha başarılı olur kanaatimce. Başarılı olur olmaz bilemem. Başarılı mıyım değil miyim başka türlü değerlendirebilirim. Başkaları ise başka türlü değerlendirebilir. Çünkü biraz felsefeye merak sardım, felsefi açıdan bir bakışla değerlendirdiğimiz zaman, hedefler ya da amaçlar hani bana göre hiçbir şeydir. Çünkü hep sonuç için yaşandığı bu bugünümüzün değerlerini yitirdiğini hepimiz gözlemleyebiliyoruz. O yüzden biraz ironiyle birlikte hepimizin gideceği nokta neresi? ya da hepimiz belli bir hedef, belli bir son için yaşıyorsak, o son belli zaten. Herkes ölmek için yaşıyor. Amaç ölmek mi? ya da daha geç ölmek mi ? Asıl önemli olan o süreçte yaşadıklarımız. Yani yolculuğun sonu değil asıl önemli olan yolculuk. Yolculuk önemli, içinde o yolculuktan keyif almaya bakmak lazım. O yüzden de insanların keyif aldıkları sürece mutlu olacaklarını ve keyif aldıkları uğraşlarla uğraşmaları gerektiğine inananlardanım.Ha! bu sakın yanlış anlaşılmasın! ya hoşumuza gitmeyen hiçbir şeyi yapmamalıyız gibi algılanmasın. Hoşumuza gitmeyen ya da keyif almadığımız bazı şeyleri yaparken bile çok şey öğrenip, ondan belki de keyif almayı öğreniyoruz, öğreneceğiz.
Çok tartışılan bir konu var. Spiker takım tutar mı? Gol atan takımın golünü çok coşkulu bir şeklide anlatınca rakip takım taraftarının gazabına uğruyor. Bu spiker x takımını tutuyor gibi…
Takım tutmayan spiker olur mu? Bir kere spiker işin yaparken tarafsız olmak zorundadır.Çünkü spiker çoluğunun çocuğunun rızkını kendi kariyerini o işe bağlamıştır. Bir insan niçin spiker olmak ister? Ya benim futbolla hiç alakam yok,takım da tutmam ama geleyim spiker olayım diyebilecek birisini düşünebiliyor musunuz! Eğer bu kişinin futbol tutkusu var ise eğer bu kişi çocukluğundan beri maç anlatan birisini taklit ediyorsa mutlaka bir takımı tutuyordur ve futbolun içindedir. Hem de en göbeğindedir. Spikerlik işini yapmaya başladıktan sonra eğer bizim gibi doğru yerde, doğru okulda eğitim aldıysa TRT ye sınavla girip, bu sınavın sonunda 7 kişi almışlar ki; 92 sınıfı dediğim ekibin girdiği yıl 16 bin kişi başvumuş sınava ve sadece 7 kişi alınmış. Böyle itinalı ve bu kadar elemeden sonra o insanlar bir mesleğe adım atıyor.
HER SPİKER TAKIM TUTAR AMA MAÇ ESANSINDA TARAFSIZ OLUR…
Her birimiz bir takım tutuyoruz. Her birimizin gönlünde bir takım var ama o takım için kendi mesleğini ve kariyerini,kendi rızkını tehlikeye atacak bir davranışta bulunabilir mi? Mümkün değil. Adam bambaşka bir meslek anlayışı ahlakı, geliştirmesi gerekiyor. Ama televizyon izleyicisinin ya da Radyo dinleyicisinin böyle bir derdi yok.Kişi hangi takımı tutuyorsa o takım için dinliyor maçları.Ben futbolun onlar için çok önemli olmadığı çok insan bilirim. O gönül verdiği renklerin maçını izlemek ister. Sektörün içinde olan bile atıyorum Fenerbahçeli ise Beşiktaş’ın Galatasaray’ın maçını niye seyredeyim der. Eeee şimdi bu düşüncede maç seyreden birisi spiker ne söylerse söylesin, kendi aklındaki düşünceleri dile getirmediğin müddetçe ”hadi canım sende”deyip izleyen taraf olduğu müddetçe spikerlerde hakemlerde ”ne İsa’ya ne Musa’ya” yaranamazlar. Bu iş böyledir.
Yoksa hiç futbolla alakası olmayan takım tutmayan bir insanın ne işi var maç anlatımında? Niçin canlı maç anlatmak istesin?
MAÇ ANLATAN SPİKERDE BUTON YOK Kİ, SESİ AÇSIN YA DA KISSIN
Bir de maç anlatan spikerde buton yok ki; açalım mikrofonu 37 desibele ya da 73 desibele A takımı gol attığında 73 desibel bağıracaksın, B takımı attığı zaman 73 desibel bağıracaksın, böyle bir şey yok. Bulunduğunuz yerin ortamının hangi stadda olduğunuzun çok önemi var. Kadıköy’de Fenebahçe’nin attığı gol ile Galatasaray’ın attığı gol arasında mutlaka fark olur. Çünkü Fenerbahçe gol atınca 50 bin kiş orada bağırıyor sen kendi sesini duymakta güçlük çekip sende bağırıyorsun. Eğer Galatasaray Kadıköy’de gol atıyorsa 55 bin kişinin ortasında, rakip takımın bin küsür taraftarı bağırınca sen de bağırsan bile bir süre sonra boşlukta bağıyormuşsun gibi oluyorsun ve sesin yavaş yavaş düşüyor.Yani bu iş bulunduğun ortamla alaklı. İzleyicimiz başarıya odaklı.
TARAFTARDA ”TAKIMI BAŞARILIYSA SPİKER DE BAŞARILI” MANTIĞI VAR
Sezonda takımı başarılıysa kazandığı maçları anlatan spiker sempatik gelir, başarısızsa kaybettiği maçları anlatan spiker, hem uğursuz hem de çok kötü gelir. Bu işin doğasında bu var.
Bir örnek vereyim. Yanılmıyorsam 2000 yılıydı. Fenerbahçe’nin Kadıköy’de 4-3 kazandığı maçı ben anlatmıştım. Fenerbahçe – Gaziantepspor maçı. Spiker için de bu tip maçlar şanstır. Yani spiker şansıdır. Böyle maçlar çok özel maçlardır. 40 yılda bir denk gelir. İlk yarıyı Gaziantepspor 3 -0 önde kapattı. O maçı anlatan birisi olarak Fenerbahçeli arkadaşlarımdan maçın etkisiyle çok küfürlü mesajlar alırdım; ”ulan uğursuz, adi herif vs..vs..” ikinci yarı oldu maç 4-3 bitti bir baktım o ilk yarı küfür eden arkadaşlar ”aslansın, kralsın, şöyledir, böyledir” diye mesaj atıyor. Ertesi hafta Gaziantep’e gittim Antep’te ”abi biz Yunan takımı mıyız ya bizi niye öyle şey yaptın”diyorlar. “Ya olur mu” diyorum öyle şey!
ALİ KIRCA FENRBAHÇELİ OLMADIĞIMI ARKADAŞLARINA İNANDIRAMAMIŞ
Ali Kırca ile Show TV’de beraber çalışıyorduk. Galatasaraylılığını bilmeyen yok. Bana ”senin Fenerbahçeli olmadığını Galatasaraylı arkadaşlarıma anlatamıyorum. Herkes senin Fenerbahçeli olduğunu sanıyor” derdi. Ben de ”yok abi değilim” dediğimde ”biliyorum” dedi. Taa ki ne zamana kadar? 2005 yılında Fenerbahçe, Denizlispor ile bebabere kalıp Galatasaray’ın Kayserispor’u yenip şampiyon olduğu maça kadar. O maçların sonucunun kesinleşmesi arasında 13-14 dakikalık bir zaman dilimi vardı. Galatasaray – Kayserispor maçını da ben anlatıyordum. Ertesi günü şirkette Ali abi ile karşılaştık. “Melih sana çok güzel bir şey söyleyeceğim, gurur duydum” dedi. Ben de” abi şampiyonluğunuz hayırlı olsun, tebrik ederim ” dedim. ‘Ya bırak şimdi onu, sağol. Hani sana Fenerbahçeli olmadığını anlatamıyordum dediğim arkadaşlarımın bir çoğu akşam şampiyonluktan sonra beni arayıp, senden özür dilediler. Ya biz çok yanlış düşünmüş, yanlış hareket etmiş, yanlış anlamışız Melih beyi. Hangi Fenerbahçeli, Galatasaray maçında Galatasaray’ın şampiyonluğunu o coşku ile ağlayarak anlatır” dediler. Senin Fenerbahçeli olmadığına o maçta kanaat getirdiler. Bak bu ne güzel bir şey. Bu senin işini ne kadar doğru ve tarafsız yaptığını gösteriyor. Senin de hoşuna gideceğini bildiğim için söyledim” dedi.
İşte böyle; insanlar maçları taraf olarak izledikleri zaman mutlaka maçı anlatana bir kulp takabilirler. Ama ben ”Hiçbir meslektaşımın maç anlatımı esansında bu konuda kendi rızkını ve kariyerini riske edecek bir tutum içerisinde olabileceğini zannetmiyorum. En azından bizim fikirlerimizle bizim gibi yetiştirilmiş spikerlerin” diyeyim.
Peki Melih Gümüşbıçak olarak tanınmanız ya da çıkışınız sanırım TELEVOLE ile oldu yanılıyor muyum?
Tabi daha çok tanınmam Televole ile oldu. Ama ben Televole’ye zaten 5 yılını TRT de tamamalamış biri olarak geldim.Spor servisinde radyodan maçlarla, televizyonda ise anlattığım futbol ve basketbol maçlarıyla, sunduğum proglamlarla geldim.Çünkü TRT de kuşakların ya da programların sahibi yoktur. TRT’deki her spiker ve muhabir arkadaş bütün programlara hakkaniyetli bir şekilde çalışıyor. O zamanki Spor Stüdyosu’ndan tutunda spor haberlerine, 2.lig dosyasına, hatta haftasonu programlarına kadar görev yapmış bir spikerdim. Aynı zamanda saha içinde ve dışında muhabirlikte yapıyorduk. O nedenle özel televizyon furyası çıktıktan sonra, vizyon artık buna ne derseniz diyin, işin ya da mesleki açıdan kariyerin İstanbul’da özel televizyonların bu gibi kurumlarda daha iyi olacağını düşünerek 1996 yılının Şubat ayında o zamanki Kanal D’ ye geldim.
KANAL D EKİBİNDE DEV KADRO VARDI…
Şansal Büyüka, Can Tanrıyar, Ferhan Tezcan, Aybars Hünbalp, OğuzTongsir. Bu ekip o zaman Kanal D bünyesindeydi. Onlarda Kanal 6’dan Kanal D’ye transfer olmuşlardı. Biz orada buluştuk. Böyle bir karar verdim ve ben de Kanal D’ye geldim. Çok kısa bir süre önce babamı kaybetmiştim. Onun bende bir ruh hali vardı. Yoksa Ankara doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum, top oynadığım, mutlu olduğum bir yerdi. Ama bir insan yakınını kaybettiği zaman yaptığı her işte ve her yerde ona hatırlatan bir takım şeyler olunca, bir mekan değişikliği istiyor herhalde. Çünkü daha önce de gerek rahmetli Kenan (Onuk) abi, İlker (Yasin) abi, o zaman eski TRT’cilerden dolayı bir hayli ısrarlı ve çok teklif almıştım, fakat o zaman demek ki kendimi o değişiklik için hazır hissetmedim, olmadı. Ama babamı kaybetmemin ardından böyle bir ortam ve değişiklik isteği olunca kalktım İstanbul’a geldim. Ama sizin sorunuzdaki ana neden doğru, haklısınız. O zamana kadar anlattığım maçlardan ve programlardan tabii ki biliyorlardı ama sokakta veya topluluğun fazla olduğu, alışveriş yapılan yerlerde dolaşırken çok ender tanıyanlar ve Aaaaa! bak merhaba Melih bey diyerek bir şeyler soranlar vardı. Ama TELEVOLE başladıktan ve ben TELEVOLE’ye çıktıktan sonra hem programın çok izlenmesi hem de çok popüler olması hem de programın yayınlandığı kanalın medya grubunun güçlü bir medya grubunun olması (gazete ve dergileriyle) sizin reklam ve tanıtımınızı daha iyi yapması etken oldu. TRT’de böyle bir imkan yoktu. İlk TELEVOLE programına çıktıktan sonra bile hiç hayatımda görmediğim kadar o meşhur insanlara gösterilen ilginin farkına vardım.
15 SENE TELEVOLE’Yİ SUNDUM
Yaklaşık 15 sene o programı sundum. Hatta ve hatta 600 küsur program yaptık ve bu 600 programın 500’ü gün birincisi oldu. Geri kalanı da gün 2.si filan. Hep böyle. O günün uzak ara en fazla izlenen ve tercih edilen, dolayısıyla hem iş vereni hem reklam verini memnun eden bir programdı.
Sonra taklitleri yapıldı programın.
Evet asıl sebep odur. TELEVOLE bir süre sonra başka türlü bir program ve ürün olarak gösterilmeye çalışıldı. O zaman maçlar CİNE 5’te idi. Bizim yaptığımız iş te sporun magazini olduğu için bizim için asıl önemli olan görüntüler tribün,saha içi ve futbolcularla olan o diyaloglardı asıl malzememiz. O yüzden O zaman CİNE5’in sahibi Erol Aksoy aynı zamanda SHOW tv’nin de sahibiydi.Çekirdek bir kadromuz vardı.O kadro olduğu gibi Show tv ye geçti.Maç görüntüleri de elimizde olduğu için biz daha amacımıza uygun programlar üretebilme şansına sahip olacaktık.Show tv ye geçtikten sonra ozaman Doğan Grubu güçlü bir kuruluştu.(Hürriyet,Milliyet,çeşitli dergiler vs) önemli bir güce sahipti. Zaten hukuki süreç belli bir noktaya gelip karar verilene kadar yıllar geçti. İşte on küsur yıl geçti.
Hangisi daha çok izlendi?
Kuşkusuz show tv. Biz Show tv ye geçtikten sonra Kanal D de o programı yapmaya devam etti. Bir süre sonra artık sunucularını değiştirdiler. Biz o programı yapan, o programı bulan ekiptik. Çok zekice bir düşünceydi.
Bu programın fikir babası kimdi?
Can Tanrıyar’dan tutun Ferhan Tezcan’a Şansal abi’ye kadar herkes.Bu bir ekibin ürünüydü.Can Tanrıyar bu programın hakikaten öncülüğünü yaptı.Çünkü Can’ın tarzı magazine daha uygundu.
Erkekler futbol üzerinde sporu izlemek ister,evde tek televizyon varsa bazen tartışma bile olabilir.Hanımlar daha çok böyle müzik programları,ya da hakiki magazin dediğimiz şarkıcı türkücü, insanların magazinini izlemeyi seviyor.Çocuklara yemek yedirmek için reklamları açar. Cünkü reklamlar cıngıllarıyla,nesneye uygun görüntülerin kısa planlarla 2-3 sniyelik görüntü demetleriyle çocukların ilgisin çektiği için izleniyor.
7’den 70’e her kesimden insan izliyordu yani.
Aynen öyle.Her kesimin hedef kitlesi var yani.Spor magazin erkekleri ilgilendiriyordu.Bütün bu formatları tekniğiyle çok daha hızlı ve tempolu ve çok kısa planlarla çekilmiş bir program konsepti.Bu çok akıllıca bir şeydi, Çünkü Bütün hedef kitlelerini birleştiriyordu.
Spor,sanat,müzik,siyeset hepsi iç içeydi.
İroni. Aybars Hünalp’in hazırladığı siyasiler vardı. O siyasiler mesela bu gün bile muazzam.Sadece o siyasilerden esinlenip siyasilerin bugünkü taklitleri bile sosyal medyada tıklanma rekorları kırıyor.Yani o zamanlar için televizyonculuk adına hakikaten çok önemli bir değişiklikti . Medya sektörü ve televizyon programcılığında izlenilmesi gereken bir vakaydı.Televizyonda bu kadar ilgi çekici bir şey yapmak önemli, o ilgi çekici programın yüzü de çok önemliydi.Program yüzü olarak birisine alışıyor izleyici,programın cıngılı,bantlar da üç aşağı beş yukarı aynı olsa da insanlar evlerinde aileden bir olarak gördükleri o programın yüzüne de itibar ediyorlar ve onu tercih ediyorlar.Orada programın yüzü bendim.
RAKİP KANALLAR BİZİMLE BAŞADEMEYİNCE KARALAMALAR BAŞLADI.
Kanal D eğer bizi orada tutmayı becerebilseydi, belki farklı olurdu bilemeyiz. Ben Show tv ye geçtiğimde izlyici show u tercih etti.Biz yine aynı hızla, aynı popüleriteyle devam ettik.Ozaman star tv de de benzer bir program vardı(süper frikik) reytinler hep yüsek gelirdi. Sanki bu bir haber programı, eğitici bir programmış gibi rakip kanallar bizimle baş edenmeyeceğini anlayınca rakip grubun dergilerinde ve gazetelerinde varoş kültürü, popüler kültür,bu programlar bizi bir yere getirmez gibi kötülemeler yapılmaya başladılar.Bu program başından itibaren insanları eğlendiren günlük streslerinden, sıkıntılarından ailece uzaklaşabilecekleri ,akşam evde izleme yönünden tartışma yapmayacakları bir sabun köpüğü ya da aromalı bir sakız gibi çiğneyip,çiğneyip kafaları boşalttıktan sonra o zihinsel dinlenmenizi yapabileceğiniz hafif soft bir programdı.
Program her kesime hitap edince 15 sene sürdü.
Normalde bir programın, her şeyin bir ömrü vardır.Bu tür programların 5 senelik bir ömrü vardır. Popüleritesi, izlenmesi sonra giderek azalır.Fakat okadar çok kötülemeye o kadar çok karalamaya çalıştılar ki; o zamana kadar bizim farkında olmadığımız belki de kendini varoş olarak tanımlayan bir kitlede ”ya bu neymiş ?”diyerek meraktan seyretmeye ve ilgi göstermeye başladı.5 sene sürecek program, 15 sene sürdü.Allaha şükür biz onun ekmeğini yedik. Sadece biz değil, rakip kanllarda çalışan onlarca insanda o programlardan ekmek yedi.
Peki şu dönemde böyle herkesin izleyebileceği türden programlar var mı?
Vallahi bu devirde o kadar çok şeye ihtiyaç varki; fakat ihtiyaç duyduğumuz şeyler şu anda ortaya çıkacakmış gibi gözükmüyor.
Medya sektörü çok kötü durumda. Arık herşey digital oldu.
Bizim bildiğimiz, bizim alıştığımız, bizim yaş grubumuzda tecrübe ettiğimiz bir medya artık hiçbir zaman olmayacak.Dünyada da olmayacak Türkiye de de olmayacak.
Dijital teknoloji hayatımıza girdi…
Bunu kabul etsek de etmesek de dijital teknoloji dünyamıza girdi bizden çok daha iyi,bizden çok daha gelişmiş bir takım özelliklere sahip. Bizim zamanımızın değerleri ile bundan 10 ya da 30 yıl önceki değerlerle şu andaki değerler ya da ön plana çıkacak özellikler aynı değil. Bugün 2 aylık bir çocuğun eline bir tane tablet verdiğinizde okuma yazması olmadığı halde sizin bulamadığınız uygulamaları bulup oynayabiliyor.Bunlar bu teknolojinin içinde doğdukları için yarın öbür gün bunlarla yapabileceklerini biz şu anda aklımıza getiremeyiz.Yani çok farklı bir medya düzeni olacak. Çok farklı bir bilgi edinme,eğlenme, kimbilir digital çağ nerelere gidecek. Her geçen gün bu değişime daha da yaklaşıyoruz. Digital teknoloji sayesinde benim her hangi bir televizyona, radyoya, ya da başka bir şeye ihtiyacım yok.Şu anda istesem buradan da canlı yayın yapar,milyonlara ulaşabilirim.Eskiden yapamadığımız konuşmaları şimdi yapabiliyoruz.
Digital ortamda da yüzlerce binlerlerce çalışan var.
Zamanında 100-150 kişi ile büyük çalışan büyük gazeteler şimdi belki daha büyük bir muhabir kadrosuyla farklı bir digital gazete haline gelmeyeceği ne malum.
Türkiye’nin en ücra köşesindeki insan bile cepten her türlü haberi okuyabiliyor.
Tabi tabi şimdi herkes öyle yapıyor.Mesela ben evime gazete olmayalı yıllar oldu.Sabah erkenden kıalktığınızda ilk işimiz telefonu açıp neler olduğuna göz atıyorsunuz.Gazeteler hiç bir zaman ulaşamadığı tirajlara digital ortamda tıklanarak ulaşıyor.Üstelik baskı,kağıt masrafı da olmuyor. Ormanlara da daha az zarar veriyorsunuz bu da ironinin dibidir.
Peki,Melih Gümüşbıçak şimdi ne yapıyor?
Ben 2013-14 yılına kadar Çukurova grubunda yani hem Lig Tv digitürk, hem Show, hem de sky360 gibi televizyonların her birinde ayrı ayrı görevleri olan üç farklı kuruluşa da hizmet veren bir yapının içindeydim. 2013’te yanılmıyorsam TMSF Çukurova Grububun medya şirketlerine el koyduktan sonra sahiplerini değiştirdi .Yani o tarihte Show tv Turgay Ciner’e, Sky Türk’te Ethem Sancak’a satıldı. Aynı holding tek bir kişinin olduğu için üçünde de çalışmanın bir sakıncası yoktu. Hatta çok da rahattı. Hem benim için hem grup için ama her biri farklı farklı insanlara satılınca ve sahipleri de değişince bu sefer ben rahatsız olmaya başladım. Neden? Sahibi dese ki ”Ya Melih bey tamam bu şirketler bir kişinin iken problem yok ama benim rakibime gidiyorsun, benimle burada toplantıya giriyor, benim her türlü stratejimi biliyorsun sonra gidip orada maç anlatıyorsun, program yapıyorsun. Bu iş olmaz” noktasına geleceğini hissettim. Zaten emekliliğim de gelmişti. O zaman şöyle yapalım dedim. Ben de emekliliğimi isteyeyim. Emekli olayım her bir şirkete şu ana kadar verdiğim hizmeti vermeyi fatura karşılığında taahhüt ediyorum. Zaten benim dışarıya iş yaptığım ve faturalandırdığım legal bir prodüksiyon şirketim vardı. Ben size freelance calışayım, siz de bana karışmayın” dedim.Onlar da makul karşıladılar. Sonra ben tamamen freelance olarak TRT, Show, Tv8 (milli maç yayını yapıyorlardı) gibi benimle çalışmak isteyen kanallarla fatura karşılığında freelance olarak çalışıyorum. Küçülen ya da daralan medya olanaklarıyla kafanızdaki projeleri istediğiniz karşılıkla yapamamaya başlıyorsunuz.
EŞİMLE BİRLİKTE ”YOUTUBE” KANALI AÇTIK
Benim eşim de eski TRT prodüktörlerindendir. Son bir kaç ayda birlikte hayata geçirdiğimiz bir youtube kanalımız var. Digital medyada geçen sezonun son 15- 20 gününde yayına başladık. Sezon bittikten sonra Haziran, Temmuz ayları biraz yavaş ve ölü geçti. Şimdi liglerin başlamasıyla birlikte yeniden başladığımız
”Sporbence” adında programımız var. Gazeteci arkadaşım Bülent Tuncay‘la birlikte YouTube kanalında aklımızda kalan eskiden yapamadığımız, yapmaya çalıştığımız, çeşitli formatlarla bazı programcıklar yapmaya çalışıyoruz. Bu bizim kendi televizyonumuz, kendi yayın organımız. Tamamen doğal ortamda, çayımızı kahvemizi içerken maçların kriterlerini yapıyoruz. Tabi geri dönüş hemen olmuyor. 1 yıl boyunca siz düzenli içeriği, sürekli üretmek durumundasınız. Bu ortam ”Ya ben 2 ay yaptım istediğimi elde edemedim” deyip bırakanlarla dolu ”digital çöplük” haline geliyor. Fakat yılmadan ve istikrarla devam eden, bıkmadan usanmadan hiç rakamlarla ilgilenmeden sürekli içerik üretmeye devam edenler, bu işte ön plana çıkıyor.
Özlüyor musunuz maç anlatmayı ya da tv ekranlarını?
Hayır ben 3 bine yakın canlı maç anlattım. 3 bine yakın maç anlatıp da hala doymamak sağlıklı bir ruh sağlığı olmaz.
Ama hala belli yaşa gelmesine rağmen çalışanlar var
O onların sorunu. Hayatta insan bir yerde bırakmasını bilmeli, oturmasını, kalkmasını, bilmeli. Bu benim görüşüm tabii. Ben sizin yerinize düşünemem. Hayatta insan bırakmasını bilmeli.
Çok keyifli bir sohbet oldu. Çok teşekkür ederim, ağzınıza sağlık..
Rica ederim, ne demek.