ZOZO TOLEDO KİMİR HAYATI VE MESLEĞİNDE NELER YAŞADI?
Don Jose De Toledo En Salinas’ın yaşam öyküsünü ve meslekte geçirdiği tecrübeleri gelin kendi cümlelerinden okuyalım.
“On üç yaşına kadar yetimhanede kaldım”
1937 senesinde İstanbul Tophane Karabaş mahallesinde dünyaya geldim. Babam İspanyol’du. 1944 senesinde öldüğünde ben yedi yaşındaydım. Annem Büyükada Yetimhanesi’nin Müdürünün Karısına elbise dikerdi. Annem diyor ki müdüre “N’olur benim oğlumu da al oraya, benim okutacak param yok.” Düşünün bir Yahudi, Rum yetimhanesinde. Orada hem tabak yıkıyorum hem okuyorum. Herkes beni çok severdi. Annem elbiselerimi tertemiz yapardı. Müdür derdi ki, geldiği zaman Patrik’e sen bakacaksın.13 yaşına kadar yetimhanede kaldım.
“Ben sevimli bir çocuktum”
Pazar günü Rumlar kuzu getirir yetimhanede fakir çocuklar ile birlikte yemek yerdik. Ben sevimli bir çocuktum. Oraya gelen kadınlardan biri benden bir parça et istedi. Bende gittim içerden ona güzel bir parça et buldum. Kadın benden su istedi bende müdürün dolabından gittim kadına soğuk su buldum. Hiç unutmam kadın bana on lira verdi. Kadın daha sonra müdür ile konuşmuş ve beni evlatlık istemiş. Müdür beni çağırdı. “Sen Musevi çocuksun. Biz buradaki çocukları bir süre sonra İstanbul’a, okula yolluyoruz. Ama seni ben oraya koyamam, o yüzden 13 yaşından sonra seni yollayacağım,” dedi. “O zaman gelince yollarsınız,” dedim. “Yok, bak bu kadın seni evlatlık istiyor,” dedi. “Benim annem var ya!” dedim. Ve beni evlatlık verdiler. Kadının ismi Eleni’ydi. Kocası Kumbaracı Yokuşu’nda tabutçuluk yapıyordu. Bende yanında çalışmaya başladım. Akşamları da kadının alışverişlerini yapıyordum. Kadın bana para verirdi sinemaya giderdim.
“Korkudan aylarca konuşamadım”
Bir akşam çok iş var diye mesaiye kalmıştık. Orada çalışan ustalardan birisi, ben tabut çakarken gizlice arkamdan yanaşıp, hayalet numarası yaparak beni korkuttu. Benim o anda dilim tutuldu, korkudan aylarca konuşamadım. Annem beni yanına geri aldı. Zavallı annem beni Beykoz’da hocalara götürdü iyileşeyim diye. Ortaköy’de bir Yahudi Havrası vardı. Oradaki kadın bir metre boyundaydı. Beni görünce bana “gel oğlum” dedi. Kadını görünce korkudan dilim açıldı. Daha sonra bir marangozun yanında çalışmaya başladım. Fakirdik çalışmak zorundaydım. Yarım kilo kıyma alır içine iki ekmek koyar, öyle köfte yapardık. Dört gün o köfteyi yerdik. Marangozun yanından da usta sürekli beni dövdüğü için ayrıldım. Marangozdan çıktım kunduracı oldum. Kunduracılığı bıraktım. Atlas Sineması’nda gazozcu oldum. Gazoz ve penguen dondurma satıyordum.
“Aliki Vuyuklaki aldı beni Yunanistan’a götürdü”
O zamanlar meşhur yunanlı sanatçı Aliki Vuyuklaki vardı. Vuyuklaki’ye “Karşı sinemada bir çocuk var. O Rumca biliyor” demişler. Vuyuklaki de beni çağırmalarını istemiş. Ben onun getir götür işlerini ve tercümanlığını yapıyordum. O zamanlar bütün gazinolar Rum’du. Gazinoda onunla bir buçuk sene çalıştık. Artık yaşım 17-18 olmuştu. Aliki Vuyuklaki aldı beni Yunanistan’a götürdü. Kadın beni çok seviyordu. Daha sonra bir aktrisle evlendi. Kocası beni kıskandı istemedi. Aliki Vuyuklaki “ Ya sen gideceksin yada kocam beni terk edecek seni istemiyor” diyince ben de İstanbul’a geri döndüm. Tekrar Atlas Sineması’nda penguen satmaya başladım.
“İstanbulspor’da masör oldum“
O zamanlar Beyoğlu Jimnastik Kulübü vardı orada jimnastik yapardım, tek Yahudi atlet bendim. Rumca bildiğim için beni aldılar kulübe. Galatasaray’ın masörü de vardı orada. Ona gittim dedim ki “ Çantanızı da taşırım. Yeter ki beni de maçlara götürün” beni maçlara götürmeye başladı. Ben de bu sayede Galatasaraylı oldum. Hem çantasını taşıyor hem de ona yardım ediyordum. Masörlüğü ondan öğrendim. İstanbulspor’da masör oldum.
“Akşam Gazetesi beni İspanya’dan geldi diye tanıttı”
O yaşlarda kulüplere, diskoteklere gidiyordum. Ajda Pekkan’la, Gönül Yazar’la filan tanışıyorum. Derken bir gün biz dört arkadaş Büyükada’dayız. O sene de Avrupa Güzellik Yarışması Büyükada’da yapılıyor. İçeriye girmek istiyorum, giremiyorum. O dönem sinemada gazoz satıyordum. “ Bak maceralara bak” Taksim’de bir şipşakçı vardı, Yorgo diye bir Rum, gazeteci aynı zamanda, ben de ona resim çektirirdim bazen. Güzellik yarışmasına giremiyorum, baktım Yorgo orada. “Bunun parasını versem beni içeri sokar mısın?” Bana makinesini verdi, “Gazeteciyim de, gir içeri,” dedi. “Parayı vereyim,” dedim, almadı. Ben de “Bak bu akşam burada çok eğlence olur ama son vapur 10′da. Bende kalırsın,” dedim. Kabul etti. İki kişilerdi. Akşam Gazetesi’nden Abbas Koralı, bir de Yorgo. Türkiye güzeliyle, İspanyol güzeliyle, İtalyan güzeliyle resim çektiriyorum yan yana.
Sonra sabah onları vapura bıraktım. Yarışmadaki resimleri rica edince bana pazartesi günü gazete gel al dediler. Abbas Akşam Gazetesi’nin muhabiriydi. Gittim yanına, beni görünce sevindi. Beni orada İspanya’dan geldi diye tanıttı. Abbas bitirim, ben bitirim. Şiveli de konuşuyorum ya… Müdür de “Ben Madrid’e, Barselona’ya gittim,” filan diyor. Bir şey sorsa yandım. Ben Tophane’de dünyaya gelmişim. Derken kafadan attım, “Siz Toledo’ya gittiniz mi?” dedim. “Yok, bilmiyorum,” dedi. Soyadım Toledo ya, öyle attım. Ümit Deniz istihbarat şefimizdi. Çok güzel bir adamdı. O zaman Cahide Sonku ile evliydi. Doğan Can da Akşam’daydı. Akşam Gazetesi dönemin en iyi gazetesiydi Abbas benden beklememi isteyip işe gitti. Ben orada beklerken yarım saat sonra telefon çaldı. Benden rica ettiler. Beyoğlu Atlas Sineması’nın üstünde küçük sahne açılıyordu, Muhsin Ertuğrul. Açılışta benden fotoğrafları çekmemi istediler. Sadri Alışık ve Çolpan İlhan’ın…
“Fotoğrafları görünce bakın İspanyollar ne güzel fotoğraf çekiyor dediler.”
Beni açılışa gönderdiler ama ben daha önce hiç fotoğraf çekmemişim. Makineyi kullanmayı bilmiyorum. Bende Fotoğrafçı Yorgo’ya gittim. Ona on lira verdim ve benimle gelip fotoğrafları çekmesini istedim. Birlikte açılışa gittik. Adam fotoğraf çekiyor bende numaradan röportaj yapıyordum. Gazeteye fotoğrafları götürdüm. Fotoğrafları görünce “Bakın İspanyollar ne güzel fotoğraf çekiyor” dediler. Abbas’a rica ettim beni yanına alması için. Abbas gecelere gidip resim çekiyordu. Ona zor geliyordu gece çalışmak. Sen fotoğrafları çekip bana getir dedi. Ekspress gazetesi vardı. Gece fotoğraflarını onlara veriyordum Malik Yolaç vardı. Hem milletvekiliydi hem de Akşam Gazetesi’nin sahibiydi. Ümit Deniz ve Malik Yolaç beni yakaladı, fotoğraf yıkarken. “Ne yapıyorsun bu fotoğrafları?” dediler, “Ekspres’e veriyorum,” dedim. “Niye bize vermiyorsun?” dediler. Derken Akşam Gazetesinde Gece Hayatı Magazin yapmaya başladım.
“Senin adın Zozo olacak”
Sonra bana dediler “Senin adın Zozo olacak”. “Aaa dedim Zozo kadın ismi”. Zozo Dalmas Atatürk’ün Selanik’teki sevgilisi. Onunla röportaj yapmaya gittim Selanik’te. Atatürk ile ilkokulu beraber bitirmiş. Atatürk daha sonra Kuleliye geliyor. Kadın altmışbeş yaşındaydı. Atatürk’ün resimleri olan bir albümü vardı “Atatürk kısa boyluymuş be”… Ama kadın vermedi ki bana albümü… Birlikte plajlara gitmişler. Bir kadın vardı Atatürk’ün görüştüğü, opera okuyordu. Maria Callas’dan öğrenmiş. Park Otel’de Atatürk’ün dizlerinde otururmuş. O zaman zengin Yahudiler ve Rumlar öğleden sonra Park Otel’de oturmaya giderlermiş. Bir gün Atatürk, kadını bir Yahudi’nin dizinde otururken görüyor. Ne kadar saygılı bir adammış. Adamın üstüne sandalyeyi fırlatmamış ve aynayı kırmış Atatürk. Şimdi o ayna Pera Palas’ta Atatürk’ün odası var orada duruyor. “ Bak maceralara bak”
“Zeki Müren buldu Hafta Sonu ismini”
Derken Akşam Gazetesi’nde gece hayatı yapmaya başladım. Bu arada “Topkapı” filmi çekiliyordu. Oyuncuları İstanbul’daydı. Aynı zamanda İran Şahı’nın karısı Süreyya da burada. Şah’la çocuk yapamıyor diye ayrılmışlardı. Filmin oyuncularından Maximilan Shell ve Süreyya aynı yerdeydiler bir gün. Onları çekmeye gittik. Hürriyet o zaman haber ajansıydı. Hürriyet’ten bir çocuk onları öpüşürken çekti. Sonra adamla kavga etmeye başladılar. İkisi de kan içinde kaldı. Ben de bir yandan kavga ederlerken onların fotoğraflarını çekiyorum. Sonra o fotoğrafları Hürriyet’ten istediler. Böylece Hürriyet’e transfer oldum. Ve benim oraya gidişimle Hafta Sonu Dergisi doğdu. Zeki Müren buldu “Hafta Sonu” ismini. Ve ben Hafta Sonu’nda 18 sene çalıştım. Ben Süreyya’nın fotoğraflarını çekmiştim ya! Bütün Avrupa’ya dağılıyor bu fotoğraflar. Sonra ben bütün dünyadaki ajanslar ile çalışmaya başladım. İstanbul’da ne olursa ajanslara yolluyordum.
“Amerikalılar İsrail üniforması ile savaşıyordu”
Derken altı günlük İsrail Harbi çıktı. Ben de Yahudiyim ya! Hürriyet beni İsrail’e yolluyor. 84 gün Harp Muhabiriyim. Ölmedim ama. İsrail Amerika desteği ile altı günde bütün Arap memleketlerini aldı. İki memleket kaldı. Biri Kral Faruk yani Mısır, diğeri de Ürdün Kralı. Kral Faruk Amerika’ya “ Durdur şu Yahudileri, yoksa benzinini keserim” dedi. Öteki taraftan Irak diyor ki “Durdur Yahudileri yakarım yoksa seni” dedi. Öyle bitti savaş. Daha sonra Çek ve Rusların savaşı başladı oraya gittim. Tankların altında resimlerim var. Çekiyorum ama ölmüyorum, ölmedim ben. Çekoslovakya’da 26 gün kaldım. Çekoslovakya’dan geldim Paris’teki ayaklanmalara gittim. Uçakla da yollamıyorlar ki otobüsler, terenler ile gidiyorsun. Dedim ki döndükten sonra “Ben bırakıyorum bu işi”
Tekrar magazin işine geri başladım. Bana derlerdi ki. Git bugün şu isim çıplak poz verecek. Saatlerce beklerdik. Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Türkan Şoray hariç birçok ismin çıplak resimleri var. İsim vermek istemiyorum. Evlere gidip çekerdik resimleri. Akşama kadar Divan Oteli’ne ünlü kadınlar gelirdi saçlarını yaptırmaya. Ben de onlardan randevu alır evlerine giderdim. O zaman Hafta Sonu’nun Yazı İşleri Müdürü Ergin Tezel ve İstihbarat Şefi Ülkü Ağabey vardı. Ergin Tezel’in cinsel tercihleri farklıydı. Yağmurlu bir akşam, Belma Simavi ve Erol Simavi dışarıda kalıyor ve eve dönmek yerine Ayaz Paşa’daki yerlerine gidiyorlar. Ayazpaşa’da Engiz Tezel’i üç dört tane adam ile yatakta buluyorlar ve Erol Simavi Hafta Sonu’nu kapatıyor.
Erol Simavi o zaman Gönül Yazar ile birlikteydi. Hafta Sonu kapanınca ben de Gönül Yazar’,ın menejeri ve fotoğrafçısı oldum. Erol Bey “Gönül’e” göz kulak ol yanından ayrılma diyerek beni onunla çalıştırıyordu.
“Özal ile Çin’e kadar gittim”
Erol Simavi siroz oldu ve Gönül Yazar’la İsviçre’de yaşamaya başladı. Bana dedi ki “Hafta Sonu kapandı ne yapacağız senin için Zozo?” Ben de dedim “Tekrar açalım. Sonra Hafta Sonu tekrar açıldı. Çetin Emeç’i de Hafta Sonu’nun başına aldık. Her sene tüm dünyada film festivallerine giderdim. 35 sene Cannes Film Festivali, Venedik, Berlin Film Festivali… Japonya’ya kadar gittim. Bakanlar ile çalıştım. Özal ile Çin’e kadar gittim. İngiltere’ye gittim. Kraliçe Elizabeth’in elini öptüm. Beş tane olimpiyata gittim. İspanya Kralı’nı orada çektim. Yunan Kralı ile resimlerim var.
“Brigitte Bardot, Sean Connery, Sophia Loren”
Monte Carlo’da Grace Kelly’nin fotoğraflarını çektim. Saraya gittim. Ama ben, fotoğraflarını çektiğim kişilere, fotoğraflarının yer aldığı mecmuaları yollardım. Brigitte Bardot, Sean Connery, Sophia Loren.. Hepsi ile tanışma ve fotoğraflarını çekme fırsatı buldum… İtalya’daki aktrislerin hepsinin fotoğraflarını La Chita diye bir stüdyoda çekerdim.
“Ben Ferzan Özpetek, burada film akademisinde okuyorum.”
Rai Uno, İtalyan televizyonundan bir gün bana geldiler. Dediler “Biz İstanbul’da bir film çekmek istiyoruz. Bize yardımcı olu r musun? Bize gece çalışan bir adam lazım”. “Tabi yardımcı olurum. İşte o adam benim” dedim. İki ay sonra bana bir telefon Rai İtalia’dan .”Zozo bir biletiniz var Roma’dan” diye. Roma’ya gittim. İtalyanlar ile filmde oynadım. Biri geldi yanıma dedi ki “ Zozo Bey merhaba” . “Siz Türk müsünüz? dedim. “Ben Ferzan Özpetek, burada film akademisinde okuyorum.” dedi. Ben de ona dedim ki “Bir gün Türkiye’ye çok büyük bir rejisör olarak geleceksin. Türkiye’ye gelirsen eğer bende kal” İki sene sonra Türkiye’ye geldi. Hamam Filmi için. Ben Hamam filminde oynadım. İlk filmimdir benim. İkinci filmim ise “Harem Suare”. Harem Suare’de kralı oynadım. Üç tane filmde oynadım. Daha da çağırıyor ama gidemiyorum ki! Tekrar hafta sonuna dönecek olursak. Hafta Sonu’ndayken bir yazı için Çetin Emeç’le tartıştım.
“Bütün dünya festivallerine gidiyordum”
Ve Günaydın Gazetesi’ne geçtim. Bu sefer benimle beraber Saklambaç doğdu. Saklambaç’a hem dedikodu veriyorum, hem fotoroman yapıyorum. Sonra Sabah grubunda devam ettim. Dinç Bilgin döneminde de oradaydım. Vizon Dergisi’ne de bakıyordum. O zamanlar Zafer Mutlu’yla Dinç Bilgin tavla oynardı, 100 dolarına. Ben de onların yanındaydım çok zaman, severlerdi beni. Kim kazansa 100 doları bana verirlerdi. O ara bütün dünya festivallerine gidiyordum işte. Çetin Emeç öldükten sonra Hürriyet beni geri aldı bir dönem. 40 yaşıma gelmiştim. En son da VIP’e geçtim işte. O zamanlar da magazinci çocuklara yardım ederdim, şimdi de ediyorum. Çünkü beni sokuyorlardı her yere. İyi yazardım bir de. Dedikodu yazmazdım fazla. Dedikoduyu da iyi bir şekilde yazardım yani. Magazinde yönetici olmak da istemedim çünkü ben halk çocuğuydum. Yazmayı, çekmeyi seviyordum. Bundan 15 sene önce paparazzi filan da yoktu. Sonra bu kavram çıktı ortaya. Ve bizim kapılar kapandı. Basına kapalı oldu her yer. Böylece bizim bütün eski çocuklar hep dışarıda kaldık. Ama çok şükür yine giriyoruz pek çok yere.